Murat Çetin
Teriyerlerin arasında azametle dolaşır, Tools ile Ysabel'e aldırış bile etmezdi, çünkü o kraldı -Yargıç Miller'ın malikânesinde sürünen, yürüyen, uçan her şeyin kralı, insanlar da dahil.

Buck ipi ağırbaşlılıkla kabul etmişti. Elbette bu onun alışkın olmadığı bir şeydi, ama tanıdığı insanlara güvenmeyi ve her şeyi kendisinden daha iyi bildiklerine inanmayı öğrenmişti. Ama ipin ucu yabancının eline verildiğinde tehdit dolu bir tavırla hırladı. Sadece bu durumdan hoşlanmadığını ima etmişti, gururu yüzünden ima etmenin emretmek olduğunu sanıyordu. Ama boynundaki ipin iyice sıkılaşıp kendisim nefessiz bıraktığını görünce şaşırdı.

Buck, büyük öfkesini ve yaralanmış gururunu yatıştırmaya çalışarak, yorucu gecenin geri kalanım burada yatarak geçirdi. Tüm bunların ne anlama geldiğini anlayamıyordu. Bu yabancı adamlar ondan ne istiyordu? Neden onu bu dar kafeste hapis tutuyorlardı? Nedenini bilmiyordu, ama yaklaşan felaketin belli belirsiz hissiyle ezildiğini hissediyordu.

Yenilmişti (bunu biliyordu), ama ezilmemişti. ilk ve son kez, sopalı bir adama karşı hiçbir şansı olmadığını anladı. Dersini almıştı ve bu dersi yaşamı boyunca bir daha asla unutmadı. O sopa hayatında bir dönüm noktası olmuştu, ilkel yasaların hükümdarlığına bir girişti ve o giriş daha tamamlanmamıştı.

Vurup kaçmak kurtlara özgü dövüş şekliydi, ama burada daha da fazlası vardı. Anında otuz kırk Eskimo köpeği oraya gelerek kavga edenleri kasıtlı ve sessiz bir çember içine aldı. Buck ne bu sessiz maksadı anlamıştı, ne de yalanırken gösterdikleri isteği. Curly düşmanına saldırdı, o da tekrar vurup yana sıçradı. Curly'nin bir sonraki hamlesini göğsüyle karşıladı, bunu öyle tuhaf bir şekilde yaptı ki, Curly yere yuvarlandı. Bir daha da ayağa kalkamadı. Seyreden Eskimo köpeklerinin beklediği de buydu. Hırlayıp havlayarak üzerine kapandılar ve Curly acı dolu bir çığlık atarak, tüyleri dimdik bir gövdeler yığını altında yitip gitti.

Demek bu işler böyleydi. Centilmenlik yoktu. Bir kere düşmeyegör, bitmiştin. Madem öyle, Buck da hiçbir zaman düşmemeye bakacaktı.

Bütün ekibi hareketlendiren ve ona da bulaşan hevese şaşırmıştı, bundan da
şaşırtıcı olan şey ise Dave ile Solleks'te görülen büyük değişimdi. Bambaşka köpeklere dönüşmüşler, koşumlarla birlikte inanılmaz bir biçimde değişmişlerdi. Bütün o atalet ve ilgisizlikleri uçup gitmişti. Uyanık ve hareketliydiler, işin düzgün yürümesi için çalışmaya ve bu işi aksatacak gecikme veya karışıklık gibi şeylerden büyük rahatsızlık duymaya başlamışlardı. Kızak çekmek varlıklarının en üst ifadesi, hayatlarının tek amacı ve zevk duydukları tek şeydi sanki.

Bu hırsızlık aynı zamanda, acımasız var olma mücadelesinde anlamsız bir engel olan ahlak anlayışının çürüdüğünü veya parçalandığını da gösteriyordu. Sevgi ve arkadaşlık kanunlarının geçtiği Güney'de özel mülke ve kişisel duygulara saygı göstermek iyiydi; ama sopa ve diş kanunlarının işlediği Kuzey'de böyle şeyleri hesaba katan aptallık etmiş olur ve Buck'ın gördüklerine bakılırsa, ayakta kalmayı başaramazdı.

Var gücüyle dümdüz koşuyordu, Dolly de soluk soluğa ve ağzından köpükler saçarak hemen bir adım arkasından geliyordu. Buck öyle korkuyla koşuyordu ki, Dolly onu yakalayamıyordu; Dolly de öyle çılgınca koşuyordu ki, Buck ondan uzaklaşamıyordu.

Sadece o dayanmış ve gelişmiş, güç, vahşet ve kurnazlıkta bir Eskimo köpeğiyle başa baş gitmişti. Ayrıca lider olabilecek bir köpekti ve onu tehlikeli yapan şey, kırmızı kazak-lı adamın elindeki sopanın, onun liderlik arzusundan körü körüne kabadayılığı ve tedbirsizliği tamamıyla çıkartıp atmış olmasıydı. Son derece kurnazdı ve ilkel bir sabırla uygun anın gelmesini beklemeyi biliyordu.

Belli dönemlerde insanları gürültülü şehirlerden çıkarıp ormana yönelten ve onları kimyasallar sayesinde fırlatılan kurşun saçmalarla avlanmaya sürükleyen o eski içgüdülerin tüm kıpırtıları, kana susamışlık, öldürmenin verdiği zevk -Buck'ın hissettikleri de bunlardı, ama bunları insanlardan farklı olarak, çok daha yakından hissediyordu. Sürünün en önünde koşuyor, yabani canlı eti yakalayıp, kendi dişleriyle öldürüp, burnundan gözlerine dek sıcak kanla yıkanmak istiyordu.

Hayatında ilk kez sevgiyi, gerçek ve tutkulu sevgiyi tadıyordu. Bunu Güney'de, güneşli Santa Clara Vadisi'nde Yargıç Miller'ın evinde hiç hissetmemişti. Yargıcın oğullarıyla ava çıkması, dolaşması bir iş ortaklığıydı; yargıcın torunlarıyla ilişkisi gösterişli bir bekçilik ve yargıcın kendisiyle olan ilişkisi de resmi ve ağırbaşlı bir arkadaşlıktı. Ama yanıp tutuşan, hayranlık, çılgınlık dolu bir sevgiyi içinde uyandıran insan, John Thornton olmuştu.

O öldüren, avlanan bir yaratıktı, canlılar sayesinde yaşıyordu, kimsenin yardımı olmaksızın tek başına, kendi ayakları üzerinde, sadece güçlü olanın sağ kalabildiği, düşmanca bir ortamda utkunca yaşamına devam ediyordu. Bütün bunlar yüzünden kendisiyle büyük bir gurur duymaya başladı ve bu gurur onun dış görünümüne de yansıdı. Tüm hareketlerinde, her bir kasının hareketinde kendini gösteriyor, tavırlarında kendini belli ediyor ve zaten muhteşem olan kürkünü daha da muhteşem hale getiriyordu.

Vahşetin, sonsuz saatler boyunca örümceği ağında, yılanı büklümlerinde, panteri pususunda tutan bir sabrı vardır. Yaşamın kendisi kadar azimli, yorulmak bilmeyen, inatçı olan bu sabır, özellikle canlı yiyeceğini avlarken yaşamda görülür. Ve sürünün peşini bırakmaz, yürüyüşünü geciktirir, genç erkek geyikleri sinirlendirir, daha büyümemiş yavrularının yanındaki dişileri endişelendirir ve yaralı geyiği umutsuz bir öfkeyle deliye döndürürken, Buck'ta da bu sabır vardı. Bu durum yarım gün devam etti. Buck kendini çoğaltmak için dört bir yandan saldırdı, sürüyü tehdit dolu bir kasırgayla kuşattı, arkadaşlarının yanına gelir gelmez kurbanını yine onların yanından ayırdı ve avlayan yaratıkların sabrından daha az olan, avlanan yaratıkların sabrını tüketti.

Alacakaranlık çökerken yaşlı geyik başı öne eğik durmuş, kaybolan ışıkta hızlı adımlarla uzaklaşan arkadaşlarını izliyordu -tanıdığı dişiler, babalık ettiği yavrular, liderlik ettiği geyikler.
Onları takip edemiyordu, çünkü burnunun dibinde, gitmesine izin vermeyen acımasız dişli felaket hoplayıp zıplıyordu.

Açıklığın ortasına gidip dinledi. Bu çağrıydı, birçok sesi olan çağrı ve her zamankinden daha cazip ve buyurganca sesleniyordu. Ve Buck bu çağrıya itaat etmeye, daha önce hiç olmadığı kadar hazırdı. John Thornton ölmüştü. Son bağ kopmuştu, insanoğlu ve arzuları artık onu bağlamıyordu.

Liderleri sürü havlamasını haykırarak ormana doğru koşup gözden kayboldu. Kurtlar da liderlerinin peşinden koro halinde havlayarak ormana daldı. Buck da onlarla birlikte koşarak, vahşi kardeşinin-yanında, havlayarak ilerledi.
Buck'ın öyküsü burada bitebilir. Birkaç yıl sonra Yeehatlar orman kurtlarının cinsinde bir değişiklik fark etti; bazılarının başında, ağzında ve burnunda kahverengi lekeler ile göğüslerinin alt kısmında ortada beyaz bir çizgi vardı. Ama bundan da önemlisi, Yeehatlar sürünün başında koşan bir Hayalet Köpekten bahseder. Kendilerinden daha kurnaz olduğu, kara kışta kamplarından hırsızlık ettiği, tuzaklarım soyduğu, köpeklerini öldürdüğü ve en yiğit savaşçılarına meydan okuduğu için, Yeehatlar bu Hayalet Köpekten korkar.
0 Responses