Murat Çetin
İnsanlar söylediklerinizi ya da yaptıklarınızı unutur, ama onlara neler hissettirdiğinizi asla unutmaz."
~ Maya Angelou ~

Yaşamınızın kontrolü sizde değil.
Öyle olduğunu düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz.
Elbette ki kendi kararlarınızı kendiniz vermekte özgürsünüz.
Bu kitabı kapatabilirsiniz.
O sandalyede oturmaya devam edebilirsiniz.
Ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz.
Ne isterseniz yapabilirsiniz.
Ama sorun şurada: Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz.
Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız ruhunuzun o kadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz. Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar. Bu nedenle, hayatınızı yaşamaya devam edin. Ne isterseniz yapın.
Sadece 'isteklerinizin' tümüyle sizin kontrolünüzde olmadığı gerçeği üzerine kafanızı çok fazla yormamaya çalışın.
Samantha Zinser 3 Mart 1991

O duyguyu tanımlamanın tek yolu, sevişme sonrası gibi olduğunu söylemekti: Bitkin, mutlu, tükenmiş, eksiksiz.

"Bu ayna nöronlar duyguları da taklit ediyorlar."
"Doğru. Birisiyle etkileşime girdiğimiz zaman, o kişinin davranışlarını gözlemlemekten daha fazlasını yaparız. Beynimizde onların eylem, izlenim ve duygularının içsel bir betimlemesini yaratırız; eylemde bulunan, algılayan ve hisseden kendimizmiş gibi." "Maymun gördü, maymun yaptı," dedi Stevie.
"Aynen. Ayna nöronlar, mesela bir golf sopasını sallamak gibi karmaşık eylemleri, sadece bir başkasının onları yapışını seyrederek öğrenmemizi sağlar. Aynı zamanda duyguları da iletirler ki, bir boksör yumruk yediği zaman olduğumuz yerde sinmemizin nedeni de budur; ayna nöronlarımız bize o yumruğu yediğimiz hissini verir."
"Ya da bir porno film seyrederken..."

"Edison Tesla'yı derhal işe aldı ve kendi icadı olan doğru akım dinamolarını yeni baştan tasarlayabilirse 50.000 dolar ödemeye söz verdi. Tesla her ne kadar alternatif akımla çok daha fazla ilgileniyor idiyse de, kendi araştırma laboratuarını kurmak için paraya ihtiyacı olduğundan projeyi kabul etti. Bir yıl içinde yeni tasarımı başarıyla tamamladı, ama parasını isteyince Edison sözünden döndü
"Edison'dan ayrılan Tesla, birkaç yıl hendek kazıp, yol inşaatlarında amelelik yaptı. Ama neredeyse hiç uyumadığı için icatları üzerinde çalışmayı da sürdürdü. Genellikle kağıda dökmeden önce onları kafasında tümden tasarlıyordu. George VVestinghouse 1888'de Tesla'ya alternatif akım konusundaki patentleri için 60.000 dolar ödedi. Ülkeye elektrik dağıtımı için kullanılacak sistemin akım türünü belirlemek için birlikte Thomas Edison'a karşı bir 'Akımlar Savaşı' başlattılar."
"Doğru akım her zaman tek bir yönde akan sürekli bir elektriksel şarjdır. Alternatif akımsa, hem genliği, hem de yönü periyodik olarak değişen dalga şeklinde bir akımdır. Edison'un doğru akımı Tesla'nın alternatif akımından önce ortaya çıkmış olsa da, bir sorunu vardı. Doğru akım uzun mesafelerde aktarıldığında telleri eritiyordu. Dolayısıyla Edison kısa aralıklarla elektrik santralleri kurmak zorunda kalmıştı. Başka bir sorunsa daha alçak ya da yüksek bir voltaja kolaylıkla dönüştürülememesiydi, yani değişik voltajlarda çalışan aygıtlar için ayrı elektrik hatları kurmak gerekiyordu."
Öğrencilerden biri, "Ama alternatif akımda böyle bir sorun yoktu," dedi.
"Doğru. Alternatif akım telleri eritmeden elektriği çok uzun mesafelere taşıyabildiği gibi, 5 voltluk bir ampulden, 100 voltluk bir fabrika motoruna kadar her şeyi çalıştıracak şekilde ve kolaylıkla dönüştürülebiliyordu, Tesla'nın sisteminin daha üstün nitelikli olduğunu bilen Edison, alternatif akımı karalamak için propagandaya başvurdu.
Edison'un tüm karalama çabalarına karşın alternatif akımın avantajları o kadar belirgindi ki, hükümet Niyagara Şelaleleri'nin gücünden yararlanmaya karar verince Tesla'nın sistemini Edi-son'unkine tercih etti. Ve gerisi zaten bilinen tarih. Bugün sadece pille çalışan cihazlar doğru akım kullanırken, elektrik bütün dünyada alternatif akım olarak aktarılır. Ve pil kullanan, ama prize de takılabilen cihazlar, aynı zamanda bir rock grubunun da adı olan hangi tip adaptörü kullanır... Bayan Zhi?" "AC/DC," dedi

Onun n-n-neden Edison gibi ünlü olmadığını merak etmiştim."
"Evet," dedi Laszlo. "Birincil neden şu ki, Tesla oyunu kurallarına göre oynamadı. Bir bilim adamı olarak daha yetenekli olmasına rağmen, işadamı olarak Edison ondan daha iyiydi. Tesla'nın sorunu hiçbir zaman pes etmeyişiydi; pes etmenin kendisi için daha yararlı olacağı durumlarda bile direndi. Örneğin Akımlar Savaşı'nı alternatif akımın kazanmasından sonra bile elektrik dağıtımını iyileştirmek için yeni yollar aramaya devam etti. Elektriği vericilerle argon gazı doldurulmuş alıcı küreler arasında havadan iletecek bir sistem geliştirdi. Bu yeni teknolojiyi birçok yatırımcıya gösterdiği halde J.P. Morgan dışında kimse ilgilenmedi." VVinter, "Morgan ilgilendiyse bu teknolojiyi neden bilmiyoruz?" diye sordu. "Morgan daha önce Edison'un doğru akım teknolojisine yapmış olduğu yatırımdan ötürü bir servet kaybetmişti ve o nedenden ötürü Tesla'dan pek hazzetmiyordu. Yine de çok düşük bir teklifte bulundu. Tesla bunu reddetti. Ve o gece çıkan yangında laboratuarı tümüyle yandı. Tesla o olayda her şeyini kaybetti; tüm araştırmaları, tasarımları, icatları yok oldu. Laboratuarı kimin yaktığı hiçbir zaman anlaşılmadı. Ama Tesla mesajı almıştı; elektriksel bir dağıtım sistemi geliştirmekten vazgeçti."
"Yani b-b-boyun mueğdi?" diye sordu fefijAGöhe«< Secinde sanki korku vardı. "Yanıt ortada dedi Daszlo. "Bugün şehirde içleri gaz dolu küreler görüyor musunuz? Ne yazık ki, bilim bile kapitalizme karşı gelemez."

Çocuklar yetişkinlerden çok daha duyarlıdır. Hafife alındıklarını derhal anlarlar.

"Atom, bir elemanın tüm kimyasal özelliklerine sahip en küçük parçasıdır."
"Doğru. Atomlar üç atomaltı parçacığa bölünebilir: Elektronlar, protonlar ve nötronlar. Protonlar ve nötronlar atomun merkezinde, ya da çekirdeğinde çok yoğun halde sıkıştırılmış olarak bulunurken, elektronlar da aynı çekirdeğin etrafında bir bulut halinde döner. Bu parçacıkların yüklerini anımsıyor musunuz, Bayan Zhi?" "Elektronlar negatif yüke, protonlar pozitif yüke sahiptir; nötronlar yüksüzdür."
"Yine doğru. Aynı sayıda proton ve elektrona sahip olan atomlar elektriksel olarak yüksüzdür. Ama proton sayısından fazla elektrona ya da tersine, elektron sayısından fazla protona sahip olan atomların elektriksel yükleri vardır. Bu tür yüklü parçacıklara iyon diyoruz. Buraya kadar herkes benimle mi?" Yirmi iki baş olumlu anlamda sallandı.
"Harika! Şimdi... Hepimizin de gayet iyi bildiği gibi, karşıtlar birbirlerini çeker. Pozitif yüklü iyonlar negatif yüklü iyonları çeker. Benzer şekilde, iki pozitif yüklü iyon birbirini iter; aynı şey iki negatif yüklü iyon için de geçerlidir. Her durumda iyonlann birbirine değmeden, diğeri üzerinde güç uygulayabildiğini görüyoruz." ? " Elijah ürkek bir şekilde elini kaldırdı. "Bay Cohen."
"Nasıl? Yani aralarında temas yoksa, o zaman birbirlerini nasıl etkileyebiliyorlar?"
Laszlo gülümsedi. Elijah Cohen hakkındaki en olağan dışı şey işte buydu. Diğer öğrencilerin düşünmeden kabul ettiklerini Elijah sorguluyordu.
"Birbirlerini yüklü parçacıklar arasında var olan elektriksel alanlar yoluyla etkiliyorlar. Bu alanlar evrendeki tüm yüklü parçacıklar arasında var olduğundan, bütün uzaya yayılmıştır.

"Elektrik akımı, basit olarak hareket halindeki bir iyon, elektron ya da protonu betimler. İnsanların çoğunun bildiği elektrik akımı buradan gelir." Duvardaki prizi işaret etti. "Bunun içinde serbest elektronlarla dolu teller var. Prize bir fiş soktuğunuzda elektronlar fişin bir bacağından girer, telden gidip bir aletin içinden geçer ve sonra da ikinci bir telden akarak, fişin öteki bacağından çıkıp gider.
Stevie düşünceli bir tavırla, "Demek bunun için her fişin en az iki bacağı var," dedi.
"Öyle: Bir 'giriş' için, bir de 'çıkış' için. Sadece bir tane olsa elektronlar akamaz, elektrik akımı da olmazdı.

"Elektromanyetik radyasyonun 'elektro' tarafmı anlıyorum, a-a-ama bunun neresi manyetik?" "Güzel bir soru. Elektrik konusunda hiçbir tartışma, manyetik alanlardan da bahsetmeden tam olamaz. Elektriksel alanlar gibi manyetik alanlar da tüm evreni kaplar. Ama elektriksel alanlar yüklü parçacıklar arasındaki gücü temsil ederken, manyetik alanlar elektrik akımları arasındaki gücü temsil eder. Benzer yükteki akımlar birbirlerini iter, farklı yükteki akımlar birbirlerini çekerler. Dolayısıyla, nerede bir elektriksel alan varsa orada bir de manyetik alan vardır. Onun içindir ki, buna elektromanyetizma diyoruz; çünkü bu iki alan her zaman birlikte bulunur."

"Aklınızdan neler geçiyor, Bay Cohen?"
"Sadece... Bilimin daima deneysel olgulara dayalı olduğunu s-s-sanırdım. Özellikle de, denklemlerle ilgili olduğundan fiziğin. Ama şimdi siz, her yerde olan ve her şeyi etkileyen elektromanyetik alanların sadece bir teori olduğunu söylüyorsunuz. Bu bana doğru gelmiyor."
"Denklemin hayati bir elemanını unutuyorsunuz da ondan."
"Nedir o?"
"İnanç."

Şu anda uyanık mısın?"
Winter'in alnı kırıştı. "Tabii ki uyanığım."
"Nereden biliyorsun?"
"Biliyorum işte."
"Rüya görmediğinden emin misin?"
"Evet."
"Yani rüyalarında, rüya görüyor olduğunun hep farkında mı olursun?" "Eeee! Şey... Hayır."
"O zaman şu anda rüya görmediğini nereden biliyorsun?"
Winter cevap vermeden önce duraksadı. "Çünkü... Çünkü uyanık olmanın nasıl bir şey olduğunu biliyorum.
"Aralarındaki farkı biliyor olduğunu hayal etmediğini nereden biliyorsun?"
"Sanırım... Sanırım bunu bilemem."
"Doğru, bilemezsin. Descartes buna 'Rüya Kuşkusu' dedi ve duyularına güvenemeyeceğini kanıtladığını, çünkü duyularının rüyalarda yalan söylediğini vurguladı. Dolayısıyla, kandırılıp kandırılmadığını bilmesi hiçbir zaman mümkün değildi. Böylece Descartes, tüm felsefesini üzerine kurduğu tek bir prensip geliştirdi: Eğer kandırılıyor sam, o zaman bir 'ben' var olmalı. Bu prensip 'Cogito ergo sum,' yani..." Zinser tercüme ermeden önce bir an duraladı. 'Düşünüyorum, o halde varım,' olarak bilinir." Çocukların hepsi bu ünlü sözü defterlerine not ettikten sonra devam etti.
"Descartes duyularının sınırlarını 'Balmumu Savı' ile de gösterdi. Bir balmumu parçasını inceleyip, tüm özelliklerini -dokusunu, büyüklüğünü, şeklini, rengini, kokusunu- not etti. Sonra o şeyi aleve tutup özelliklerinin değişmesini gözlemledi. Böylece kendine balmumunun gerçek doğasını anlamak için duyularını değil, sadece aklını kullanabileceğini ispat etti." Duraladı ve soru gelmeyince devam etti.
"Ve böylece algıyı göz ardı edip, tümdengelimi kucaklayan bir inanç sistemi geliştirdi; sonuçlara yalnızca önceden bilinen olgular vasıtasıyla ulaşılabilen bir akıl yürütme sistemi. Tümdengelimi kullanarak nedenin de en az sonuç kadar gerçekliği olması gerektiğini söyleyen Nedensellik İlkesi'ni oluşturdu. Örneğin bir at resmi at hakkında bir düşünceye neden oluyorsa, resmin de en az o düşünce kadar gerçekliği olmalıdır. Descartes işte bu Nedensellik İlkesi'ni kullanarak Tanrı hakkında şu tezi ortaya attı: Sonsuz mükemmelliğe sahip bir şey -Tanrı- hakkında bir fikrim var. Bu fikir bir yerden gelmiş olmalıdır, çünkü bir şeyin hiçlikten gelmesi olanaksızdır.
Nedenin de en az sonuç kadar gerçekliği olmalıdır. Dolayısıyla Tanrı var olmalıdır."

"Descartes'in Tanrı fikri mükemmel, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir varlığı tanımladığından, filozof o Tanrı'nın aynı zamanda şefkatli de olduğunu varsaydı. Şefkatli olduğundan dolayı da insanı duyuları vasıtasıyla kandırmak istemeyeceğine inandı. Böylece duyularımızın dünyayı anlamak için -ama ancak tümdengelimsel akıl yürütmeyle birlikte kullanıldıkları taktirde-kullanılabileceğine inandı."

Her ne kadar Descartes bu konuya girmediyse de, Gottfried Leibniz adında başka bir filozof bunu yaptı. Leibniz çok zeki bir adamdı; değişkenler matematiğini ve ikili sistemi keşfetmekle kalmamıştı, aynı zamanda batılı akılcılar üçlüsünün de bir parçasıydı. Descartes gibi o da şefkatli bir Tanrı'ya inanıyordu. Böyle olunca, birkaç teori önerdi. Bunların birincisi, her şeyin bir nedeni olduğunu söyleyen Yeterli Mantık İlkesi idi." "Kıtlık ve hastalıklar ne olacak?" diye sordu Elijah.
"Leibniz iyi ve kötü tüm olayların birbirlerine bağlı olduğunu, bizim olayların ardındaki nedenleri anlayamayışımızın gerçekte bir neden olmadığı anlamına gelmediğini ileri sürdü. Nedenleri bilmek Tanrı'ya özgüydü, insana değil." "Ama... Neden?" dedi Charlie.
Zinser omuzlarını silkti. "Leibniz, Tanrı'nın her zaman en doğru olanı seçtiğine inanıyordu. Dolayısıyla, insanların her şeyi anlamamalarının en doğrusu olduğuna karar vermiş olmalıydı."

Valentinus mırıldanmaların dinmesini bekledi ve söylemek için onca girizgah yaptığı şeyi dile getirdi.

VVinter yerde baygın yatan adamın yanına eğildi ve görmüş olduğu tüm korku filmleri zihninden birer birer geçti: Kendinden (görünürde) geçmiş halde yatan katilin fazla yakınma sokulan narin genç kız. O kadınların neden açmadıklarını hep merak etmişti, ama şimdi biliyordu.
Kaçmak bazen seçenekler arasında yer almıyordu.

Ve bu başarısızlığının içinde umutsuzca yardım istiyor, ama yanıt alamıyordu. Çünkü yardım edebilecek kimse yoktu. Biri hariç... Kendisi.
0 Responses