Murat Çetin
Ama örgüden çözülmüş bir tutam saç, Chandler'in kendi görünümünden çok; hukukun, davanın ve davalının yaptığı adalet dışı hatanın üzerinde yoğunlaştığını gösteriyordu. Bosch kadının o saç tutamını bilinçli olarak örgüye katmadığına inanıyordu.

Nietzsche, 'Canavarlarla savaşanlar, bu süreç içinde canavarlaşmamaya dikkat etmelidirler. Ve bir derinliğin içine baktığınız zaman, derinlik de size bakar...'

Chandler yerine oturdu ve Deborah Church'ün kolunu teselli edercesine okşadı. Bosch bu hareketin dul kadını rahatlatmaktan çok jüriyi etkilemek için yapıldığına emindi.

"Bunun kişisel bir mesele olmadığını biliyorsunuz." Kadının bunu söyleyeceğinden emindi. Oyunun en büyük yalanıydı bu.

Bosch ona sarılıp uzun uzun öperken ılık teninin kendisini endişelerden ve şiddetle son bulmuş yaşamların imgelerinden uzaklaştırdığını hissetti. Ev denilen bir tapınakta olduğunu düşündü, ama bunu söylemedi. Ben de seni seviyorum, diye geçirdi içinden, ama bunu da söylemedi.

Jüri salondan çıkınca birkaç gazeteci derhal Chandler'a yaklaştı. Gazetecileri izleyen Bosch, işlerin nasıl gittiği konusunda en belirgin ölçü olduklarını düşündü. Medya daima kazananlara, kazanacakları varsayılanlara ve sonunda kazanacak olanlara yaklaşırdı. Onlara soru sormak her zaman için çok kolay olurdu.

Sokaklarda kendisini sapıklardan ya da öteki fahişelerden koruması için birinin varlığına gerek duyan kadınlar gibi değildir bunlar.

Belki de yetenek avcısıydı. Bu kentte avcı olmayan kim vardı ki?

"Bana bir daha Harry deme. Anladın mı? Benimle konuşmak istediğin zaman Bosch diyeceksin. Dostum olmayanlar ve güvenmediklerim bana böyle der. Bana yalnızca Bosch de."

Bosch'un beyninde, zenginlerle yoksulların kutuplaşması bir geminin limandan ayrılışı gibi canlanıyordu. Gereğinden fazla dolu olan gemi, gereğinden fazla kalabalık olan limandan ayrılırken, bazılarının bir ayağı gemide, öteki ayağı karada kalmıştı. Gemi uzaklaştıkça, arada kalanların aşağıya düşecekleri kesindi. Ayrıca gemi öylesine yüklüydü ki, ilk dalgada alabora olabilirdi. Limanda kalanlar muhakkak bunu coşkuyla karşılardı. Dalganın gelmesi için dua ediyorlardı.

Ne çılgın kalabalıkla birlikte gemideydi, ne de limandaki öfkeli kitlenin arasında kalmıştı. Kendi teknesindeydi. Sylvia ile birlikte.

Belk'in kapanış konuşması Bosch'u şaşırttı. Pek fena sayılmazdı. Yine de Chandler ile aynı düzeyde değildi. Bosch'un suçsuzluğundan ya da ona karşı yapılan haksız davranışlardan söz etmek yerine Chandler'in söylediklerine tepki gösterdi. "Bayan Chandler sizlere iki seçenekten söz etti, ama anlaşılan üçüncüsünü tümüyle unuttu. Dedektif Bosch’un kurallara uygun ve akıllıca davranmış olabileceği seçeneğinden söz etmedi," gibi laflar söyledi.

Belk algılamamıştı, ama Bosch çok iyi anlamıştı. Belki de Chandler'ın son oyunu Belk için fazla karmaşıktı. Mahkeme kurallarına karşı gelmek onun son kozu idi. Bilinçli olarak bu sözleri söyledi ve yargıcın kendisini azarlamasına yol açtı. Adalet sisteminin nasıl çalıştığını göstermek istedi. Kötü bir hareket yaparsanız, işte böyle cezalandırılırsınız, işte nasılmış gördünüz mü, dedi onlara. Ama Bosch bundan kurtardı kendini dedi. Norman Church de böyle bir durumda kalacaktı, ama Bosch hem yargıç, hem de jüri rolünü üstlendi, dedi.

anlaşılan kadın iğne vurmaya başlamış. Herhalde bir süre sonra filmlerde oynayamayacak kadar yüzü ve vücudu bozulmuştur. Yani kolunda, bacağında, ensesinde iğne izleri olan bir kadınla kim film çeker ki... Esrara, eroine alıştın mı porno işi bitmiş demektir, çırılçıplak ortada dolandığın için hiçbir şeyi gizleyemezsin.

içindeki tozun adı AZT. AİDS için kullanılıyor. Kız hastalığı kapmış ve hâlâ sokaklarda çalışıyor. Dean ona müşterilere prezervatif taktırıp taktırmadığını sorunca, 'istemezlerse takmıyorlar,' demiş." Bosch başını salladı. Bu öykü hiç de olağandışı değildi. Deneyimlerine göre, fahişelerin çoğu yoldan çevirdikleri ve para karşılığı yattıkları müşterilerinden nefret ederlerdi. Hastalıklarını ya müşterilerinden ya da kullanılmış iğnelerden kapıyorlardı ve bu iğnelerin bir kısmı da yine müşterilerine aitti. Her iki şekilde de hastalığı kendilerine bulaştıran topluluğa yeniden bulaştırmaya aldırış etmiyorlardı. Karşılıklı bir alışveriş psikolojisi yaşanıyordu adeta.

Deneyimlerine dayanarak Mora'nın herhangi bir şeyi anlatacağı zaman, kendine göre bir zamanlama yaptığını biliyordu. Niçin kendisini aradığını bir kez daha sormanın hiçbir anlamı yoktu.

"Bak, kimseyi teselli edecek zamanım yok. Ben bir soruşturma yürütüyorum."
"Başka bir deyişle, elinde hiçbir bilgi yok."

Kadınların sevdikleri ya da tanıdıkları biri öldüğü zaman, her şeyi konuşmak için can atmalarına şaşırırdı. Ölen birilerinin en yakınlarına acı haberi verdiği zamanlarda bu durumla defalarca karşılaşmıştı. Kadınlar acı çekerken bile konuşmak, anlatmak istiyorlardı.

Bir şeylerin etkisinde kalıyor. Seks filmlerinde oynayan birini çağırmak yerine niçin bir avukata gidiyor?" "Locke'un kuşku altında olması çok kötü. Bunun anlamını ona sorabilirdik."

Hatta Locke'u arayıp, Taklitçi'nin psikolojisi üzerine birkaç soru sormuş, ama Bremmer’dan kuşkulandığından söz etmemişti. Daha doğrusu bu konudan hiç kimseye söz etmemişti. Üçüncü hatalı vuruş, sizi oyun dışı bırakabilir.

Ama şimdi bir ev almak için herhalde bir generalin maaşına sahip olmanız gerekiyordu. 1980'li yıllar çevreyi değiştirmiş, zengin iş adamlarının işgal ordusu evlere sahip olmuştu.

Bremmer sonsuza dek kilit altında kalacak, kimseye kötülük yapamayacaktı, ama bir başkasının ortaya çıkacağından da emindi. Kara yürekler tek başına çarpmazlar.
0 Responses