Murat Çetin

Birinci karısı ihtiyarlayınca genç bir kadınla evlenmiştir. Lakin gene kabak, Hoca'nın başına patlar. İki kadın, bir yandan aralarında kavga ederler, diğer taraftan da daima Hocaya karşı birleşerek dünyayı adamın başına dar ederler. Her gün, Hoca'ya, hangimizi daha çok seviyorsun diye sorarlar. Hoca'yı, cevap vermeye mecbur etmek için bir gün, suali şöyle tekrar ederler: ikimiz birden suya düşsek hangimizi daha evvel kurtarırsın? O zaman Hoca, ihtiyar karısına dönerek, tatlılıkla, sen biraz yüzme biliyorsun, değil mi der.

Bir gün hasis bir kasabanın camisinde vaaz verirken, sırası düşer,. Hazreti İsa'nın, dördüncü kat gökte olduğunu da söyler.. Camiden çıkarken ihtiyar bir kadın, yanma yanaşıp Hoca efendi, derste bir nokta pek merakımı çekti. Hazreti İsa, dördüncü kat gökte ne yer, ne içer acaba? deyince Hoca'nın tepesi atar. Be vazifesini bilmez kadın; ben memleketinize geleli bir ay oluyor. Bir gün olsun, şu zavallı hoca ne yiyor, ne içiyor diye sormadınız. Şimdi benden, dördüncü kat gökte, Tanrı ziyafetinde bulunan, her gün türlü türlü cennet taamlarıyla beslenen kocaman bir zat-ı şerifi mi soruyorsun der.

Hoca'yla karısı oruç tutmazlarmış. Fakat kadın, Hoca'nın zoruyla her gece sahur yemeği hazırlar, kalkarlar, beraberce yerler, yatarlarmış. Bundan bizar olan kadın, bir gün a efendi, demiş, öyle de öyle oruç tutmuyoruz, ne diye beni bu zahmete sokuyorsun?
Öyle deme karıcığım demiş Hoca, namaz kılmıyoruz, oruç tutmuyoruz, sahur da yemezsek Müslümanlığımız nerden belli olacak?

Hoca, bir gün erenlerden olduğunu söylerken birisi der ki: Bir keramet göster öyleyse. Hoca, ne istersin der. Adam, şu karşıki dağı çağır der, ayağına gelsin. Hoca, üç kere, gel ya mübarek diye seslenir.
Tabiatiyle dağda bir kıpırtı bile olmaz. Hoca derhal dağa doğru yürümiye başlar. Adam, ne yapıyorsun Hoca der, hani dağ gelecekti, sen mi gidiyorsun?
Hoca hem yürür, hem cevap verir:
— Bizde gönül, kibir olmaz, dağ yürümezse abdal yürür.

Hoca, bir aralık kadılıkta bulunmuştu. Bu sıralarda bir gün, yanına birisi gelip der ki: Yayılırken sizin alaca inek, bizim ineği karnından süsmüş, öldürmüş. Hoca, sahibinin suçu yoksa nesne gerekmez. İnekten kan pahası alınmaz ya, der.
Gelen adam, bu sözü duyunca, yanlış söyledim kadı efendi der, ölen sizin inek, öldüren bizimki.
Hoca, daha adamın sözü tamamlanmadan, iş çatallaştı şimdi, indirin raftaki şu kara kaplı kitabı der.

Hoca, bir gece yarısı, kapısının önünde bir gürültü duyar, dinler anlar ki iki kişi kavga etmede. Karısı, yat a efendi, senin nene lazım derse de dinlemez, gece serinliğinde üşümeyeyim diye sırtına yorganı alır, dur bakalım, işin aslı nedir diye sokağa çıkar. Yahu neye kavga ediyorsunuz demeye kalmaz, adamlardan biri, hocanın sırtından yorganı çekip alır, kaçmaya başlar. Öbürü de bir başka yana sıvışır. Hoca, baka-kalır. Koşup yakalayamayacağını anlar, titreyerek içeriye
girer. Karısı sorar:
— Efendi, kavganın aslı neymiş?
Hoca cevap verir:
— Kavga, bizim yorgan üzerineymiş. Yorgan gitti, kavga bitti.

Hoca, bir hamala yük verir, yolda giderlerken hamal  sırra kadem basar. Hoca arar, tarar, hamalı bulamaz.  Tesadüf,  on gün sonra hamala rastlar, bakar ki sırtında da bir yük var, hemen sıvışır. Sonradan  Hoca'yı  görenler  derler  ki:  Hamalı  bulmuştun,  ne  diye yükünü istemedin de kaçtın?
Bırakın Allah aşkına der, ben yükten vazgeçtim, ya on gündür senin yükünü taşıyorum, ver on günlük paramı deseydi ne yapardım?

Bir dostu, Hoca'yı yalancı şahitliğe götürür. Davacı,  dava ettiği   adamdan   buğday   istiyormuş.   Kadı,   Hoca'ya,   bu   adamın buğdayını verdi mi, alacağı var mı, siz ne dersiniz diye sormuş. Hoca, arpayı tamamiyle verdi, bir tane bile  alacağı  yok demiş. Kadı, söze dikkat etmeden hükmü vermiş. Mahkemeden çıktıkları vakit Hoca'yı şahitliğe götüren, yanıldın, buğday diyecekken arpa dedin, iyi ki kadı dikkat etmedi demiş. Hoca demiş ki:
İşin aslı yalan olduktan sonra ha arpa olmuş, ha buğday.

Hoca'nın iki karısı varmış. Hangimizi daha çok  seviyorsun diye Hoca'yı sıkıştırırlarmış. Hoca, ikisine de, ayrı  ayrı birer mavi boncuk vermiş, sakın demiş, ortağına gösterme, söyleme, bu boncuk, seni daha çok sevdiğime alamet. Bir gün,  gene hangimizi daha çok seviyorsun diye Hoca'yı sıkıştırmışlar. Hoca, gözlerini süzerek, mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm onda demiş, ikisini de sevindirmiş.

Konya kadısı, rüşvete pek düşkünmüş, hediyesiz  hiçbir iş yapmazmış.,   Hoca'nın,   kadıya   bir   işi   düşmüş.   Bir   çömlek   bal götürmüş.,  Kadı,  balı  görünce  Hocanın  işini  görmüş,  ilamı  vermiş. Geceleyin gene kendisine hediye edilen kaymakla balı yemek istemiş, fakat bir parmak alınca anlamış  ki altı, koyu balçıkla dolu. Hemen Hoca'ya adam yollamış.
Gelen adam, Hocam demiş, kadı efendi seni çağırıyor. İlamın bir yerinde bozukluk varmış, onu düzeltecek.
Hoca, bu sözü duyunca demiş ki:
Bozukluk ilamda değil, bal çömleğinde.

Hoca, bir köy imamına konuk olur. Ev sahibi, efendi  der, uykusuz  musun,  susuz  mu?  Kamı  pek  acıkmış  olan  Hoca,  buraya gelirken der, pınar başında uyumuştum.

Hoca, Bursa'dayken çarşıdan bir çuha şalvar almak ister, on beş akçeye pazarlık eder, uyuşur. Fakat bu sırada bir cübbe alırsa daha münasip olacağını düşünür, vazgeçtim  şalvardan der, elindeki şalvarı bırakır, sen bana der, bir cübbe ver. Adam, bir cübbe çıkarır. Hoca cübbeyi giyip dükkandan  çıkarken dükkancı, hoca efendi der, cübbenin parasını  vermedin. Hoca, canım der, onun yerine şalvarı bıraktım ya. İyi ama der dükkancı, şalvarın da parasını vermemiştin. Hoca,  Allah-Allah der, bu Bursalılar ne tuhaf adamlar, yahu şalvarı almadım ki parasını vereyim

Bir komşusu, Hoca'nın evine gelip çamaşır ipini istemiş. Hoca, içeriye girmiş, bir müddet sonra çıkarak komşusuna,  komşucuğum demiş,  ipe  un  sermişler.  Komşusu,  ilahi  Hocam  demiş,  hiç  ipe  un serilir, mi? Hoca, vermeye gönlüm olmayınca demiş, serilir.

Hoca,  bir  gün  kasabalının  dileklerini  Temür'e  arz  eder. Temür, Hoca'yı fazla laübali görüp,  sen der, benim gibi  büyük bir padişahtan böyle ağır şeyleri küstahça nasıl isteyebiliyorsun?
Hoca, hiç aldırış etmeden, ne yapalım der, sen büyüksen biz de küçüğüz.

Hoca'ya, şu insanlar ne acayiptir demişler, yaz gelir, sıcaktan şikayet  ederler, kış  gelir, soğuktan.  Hoca, sus  be  bilgisiz demiş, baharlara bir şey diyen var mı?

Hoca'ya, kaç yaşındasın diye sormuşlar. Kırk demiş. Aradan bir hayli yıl geçmiş,  gene sormuşlar, kırk deyince,  bunca yıl önce sorduk, kırk dedin, hala mı kırk demişler. Söz bir, Allah bir demiş, ben sözümden dönmem.

Hoca bir gün vaaz etmek için kürsüye çıkmış, ey cemaat demiş, benim ne söyleyeceğimi biliyor musunuz? Cemaat, bilmiyoruz demiş. Hoca, mademki bilmiyorsunuz, ben ne diye söyleyeyim demiş ve inmiş.
Ertesi günü gene kürsüye çıkmış, dünkü gibi ey cemaat demiş, benim  ne  söyleyeceğimi  biliyor  musunuz?  Halk,  evvelce kararlaştırmış, bu sefer, biliyoruz demişler. Hoca, mademki biliyorsunuz demiş, benim söylememe hacet yok ve gene inmiş.
Daha ertesi gün kararlaştırmışlar, kimimiz biliyoruz diyelim, kimimiz  bilmiyoruz  diyelim  demişler.  Hoca  kürsüye  çıkınca  ayni soruyu sormuş. Kimimiz biliyor, kimimiz bilmiyor demişler. O halde demiş Hoca, bilenler, bilmeyenlere öğretsin ve inmiş.

Bir zaman bekler, gelen-giden yok. Kalkar, bari der, gidip haber vereyim, gelsinler kaldırsınlar. Şehre iner, şuna-buna haber verir,  tekrar gider, dağdaki yere yatar. Delikanlılara eğlence çıkar, gelirler, Hoca'yı alıp götürürler, teneşire  korlar, yıkarlar, tabuta  yerleştirirler, kapağını  kaparlar, mezarlığa doğru götürmeye başlarlar. Tam bu sırada, önlerine iki yol çıkar.  Burdan  mı  gidelim,  şurdan  mı  diye  tartışmaya  başlarlar. Tartışma uzun sürünce Hoca dayanamaz. Tabutun kapağını kaldırıp başını çıkarır,  ben der,'sağlığımda şu yoldan giderdim, amma şimdi öldüm, siz bilirsiniz artık.

Hoca'ya  birisi, bana  bir  mektup  yazsana  demiş.  Nereye yollayacaksın demiş. Adam, Bağdad'a deyince, oraya kadar gidemem demiş. Adam, sen gitmiyeceksin ki, mektup gidecek deyince Hoca, iyi amma  demiş,  benim  yazdığım  mektubu  okumak  için  gene  benim gitmem gerek.
0 Responses