Murat Çetin
"İyi de ayı yüzüme bakıp bakıp elmaları kütürdetmeye başlarsa ben ne yaparım? Kuş değil ki kış diyesin, köpek değil ki oşt diyesin, adı üstünde ayı, ayıoğlu ayı, ne durdan anlar, ne çüşten anlar, tablaların tümünün dibine darı eker."

Çok iyi etmişim. Koyunlar az yemeye alıştılar. Ama anlamadığım, az yedikleri halde daha çok çiftleşmeye başladılar. Anasını sattığımın yerinde bir veteriner yok ki sorayım. Hem bana nesi canım, bana koyun gerekli.

istesem ben bu koyunların ümüğünü sıkarım...
Enayi miyim niye sıkayım, evet evet, yarından başlamak üzere otlarından bir tutam daha alırım... Kızmaz bana koyunlarım, beni çok severler, hem aldığım ne ki canım, bir tutam ot. Ölmezler ya...

Geri kalmış ülke bunalmış kalmıştı. Öyle bir ülkeyle dost ve müttefik olmuştu ki, o ülke kendini hem sömürüyor, hem de her isteğini yaptırtıyordu. Geri kalmış ülke tam anlamıyla bu gelişmiş ülkenin kucağına oturmuş, kıpırdayamıyordu. Geri kalmış ülkenin yöneticileri kamuoyunun baskısıyla birazcık bu kucaktan kıpırdamak isteseler, hop gelişmiş ülke sımsıkı kollarıyla geri kalmış ülkeyi kucağına çekiyordu.
"Uuu sevmiş onu babası, sevmiş onu babası..."
Aslında ülke yöneticilerinin umurunda değildi bu sömürülmek, ama ah şu ülkedeki kamuoyu yok mu, muhalifler yok mu, onlar gazetelerinde, dergilerinde veryansın ediyorlardı.
"Dostumuz, müttefikimiz yine bize kazık attı!.."
Canım dost olan bir dost, müttefik olan bir müttefik hiç kazık atar mı? Atmaz. Mutlaka ikili anlaşmaların birinin içinde vardır bu. İşte onu uygulamışlardır dostumuz, müttefikimiz politikacıları.
Ülkeyi yönetenler, dost ve müttefik ülkeden avantalarını tıkır tıkır aldıkları için (ve de Allah korusun söz dinlemezlerse marşlı murşlu paldır küldür olacakları bildikleri için), bu tür gazete ve dergi yazılarına çok bozuluyorlardı.
Gerçi geri kalmış ülkede demokrasi iyiden iyiye rafa kalktığında bu tür muhaliflerin çanına ot tıkılıyordu ama, ülkeye yarım demokrasi lütfedildiği zamanlar bu gazeteler, bu dergiler bildiklerinden şaşmıyorlardı.
Oysa, gelişmiş ülke herhangi bir karar tasarısı mı çıkaracak gelişmemiş ülke hakkında, bırak çıkarsın, nolacak, adam nasıl olsa dost ve müttefik. Senden büyük, baba bir devlet... E babalığını gösterecek, arada bir kızacak, bağıracak, fırçasını atacak, postasını koyacak değil mi ya? Yani insanın babası yapmıyor mu öyle?
Ambargo mu koyuyor dost ve müttefik?
Varsın koysun, hangi baba çocuğuna harçlık cezası vermez ki?
Her baba verir. Gelişmiş ülke de babalığını gösteriyor, geri kalmış ülkeye ceza veriyor. Seni seni, kim bilir hangi kabahatini gördü. "Bir daha yapacak mısın hı, bir daha üstünü kirletecek misin hı?" Çıkmaz lekelerden kork, çıkar lekeler olduktan sonra baba seni affeder, yine harçlığını cebine koyar.

"Karakol kapısından girdin miydi, yaşlı genç yoktur, herkes orada vatandaştır, herkese aynı işlem yapılır..."
Fısıltının İimUim, kulağıma fısıldadı:
"Hani o lüp lüp dayağını yediğim gün duvarda gördüm, orada yazılıydı, 'Burada tüm vatandaşlara eşit işlem yapılır...'

Gafur'a karşı hepimiz dikkatli oluyorduk. Olanağını buldu muydu, hemen bir çakmak, bir tarak aşırıyordu. Pişmiş köfteyi kaşla göz arasında ağzına atmasıyla yutması bir oluyordu. Olanağını bulursa, koynuna bir iki simit atıyor, çocuklarına götürüyordu. Karpuzları tüküre tüküre parlatırken, "İçine tükürdüğümün gominisleri, sizi gidi" diyordu.
Köftenin kömürünü üflerken, kızarmış gözlerle,
"Yıkacaklar lan bu memleketi yıkacaklar bu gominisler" diyordu.
Avantasını aldığı günlerde de,
"Allah razı olsun lan şu gominislerden, onlar olmasaydı şu parayı nerede görürdük?" diyordu.

"Öteki yaptıkları da bunun gibiyse, karın bir sergi açsın!"
"Anlamadım?"
"Anlamayacak ne var, o zaman kebap gerçek kebap olur, dolma gerçek dolma olur. Resimleri satarsınız, para kazanırsınız?"
Hamza Beyin o uyarısı olmasaydı, şimdi benim karım yemek ressamı olmayacaktı.

"Ne iş yaparsın bakalım sen?"
Eliyle karakolun içine doğru kaktırıyordu.
"Memurum."
Kitabın arkasına baktı:
"Hem memursun, hem de bu parayı verip nasıl alabiliyorsun bu kitabı?"
"Sigaram, içkim yok, geceleri de evden hiç dışarı çıkmam."
"Eh o zaman galiba bu gece konuğumuz olacaksın."
"Neden komiser bey?"
"İşin içinde kitap var ulan! Ya yasak kitapsa bu ha?"

Altına benzettiğim madalyaları alıp tanıdık bir kuyumcunun yanına gittim. Tanıdık dediysem, kuyumcu çocukluk arkadaşım, yoksa öyle geçim sıkıntısı içinde olan biz, her gün altın alıp altın satacak değiliz.

Heye lan, öyle mi ne, bu adamda bir kurum oldu ki demeyin gitsin. Eskiden bitlenmiş tavuk gibi boynu yerde giderdi, şimdi kafasını Denizli'nin horozu gibi dikip geziyor.)

"Amcama helee, marklar, .sterlinler, franklar ve dahi dolarlar, yeşil yeşil... Ahh ahhh, şu zeytinlik benim babamda olacaktı ki..."
"Yidi oğlum baban yidi, sattı sattı yidi, nah böyle şimdi de küçük çocuk pipisi gibi ortada kaldı."

En iyisi ben de fil gibi yapayım, terim de biraz soğumuş olur dedim, uyumak istedim. Amma yapsatçı öyle duvarlar yapmış ki, haydi duvarlar kalın olsa, hiç olmazsa sesleri birbirine karıştırmam, ama yandaki iki daireden gelen sesleri birbirine karıştırıyordum.
Bu yandaki kadın hırçın hırçın bağırıyordu:
"Niçin gözlerini ayırıp bakıyorsun o kadının bacaklarına ha, niçin?"
"Sana bundan sonra şeftali yok..."
Şimdi bu, "Sana bundan sonra şeftali yok" diyen kadın, kocasını başka kadının bacaklarına baktı diye kıskanan kadın mı, yoksa üzerini kirletti diye bundan sonra çocuğuna şeftali vermeyecek olan başka bir kadın mı? Çık çıkabilirsen işin içinden ve de uyu uyuyabilirsen?
"Benim bacaklarım daha güzel..."
"Çabuk çıkar donunu..."
Haydi bakalım, iki tümce daha, aynı kadından mı, yoksa biri bu duvarın ötesinden, öbürü de şu duvarın ötesinden mi geliyor?
Breh, buranın gecesi nasıl olur? Gece yarısı nasıl olur?

"Aklını başına topla Abdi, sevgini içine göm Abdi, gücünü fırçana ver, duvarlarda harikalar yarat Abdi, sen bu kızı unut Abdi!.."
Abdi o kızı unutur, bu kez başka bir kıza tutulur. Koşar gelir yine yanıma. Bir huyu var bu oğlanın, bir kıza tutulmaya görsün, hemen elindeki işi bırakır, koşa koşa bana gelir, sanki müjde verecekmiş
gibi.
0 Responses