Murat Çetin
Kafamı patlatıyorum, son bir haftayı, on beş günü, hatta bir ayı gözlerimin önüne getiriyorum, olayları usuma vuruyor, hayır,ben polislik hiçbir şey yapmadım, diyorum.
Bir kez, tüm akraba, hısım, dost, dayak yiyeceğime yüzde yüz gözüyle bakıyorlar, yalnız bu dayağın ölçüsü ne olacak, onu bilmiyorlardı. Çünkü polisin her suç için. Önceden konmuş belirli bir dayak kontenjanı vardı.
Şu iş için şu denli dayak, bu iş için bu denli dayak.-- Peki, hiç suç işlememiş bir insan için? İşte en fenası bu ya. Dayım öyle diyordu:
— En fenası bu--- İşlemediğin suç için atılacak dayağın ölçüsü yoktur. Bazen yarım gün döverler, bazen bir gün, bazen de bir hafta.
— Hap yutmalısın, dedi küçük amcam.
Karakola gitmezden önce sakinleştirici hap yut, o zaman dayağı sakin sakin yersin. Çünkü sinirlenir, polise karşı gelirsen daha çok döverler.
— Aslına bakarsanız, dedi arkadaşım, bu konuda antreman yapmak gerek. Ben derim ki, antreman olsun diye arkadaşa şimdi bir posta dayak atalım, sabah da bir posta. Karakolda o zaman hiç sıkıntı çekmez. Akıl akıldan üstündür. Komşumuz,
— Banyo yapsın, dedi. İyi bir tıraş olsun. Saç tıraşına, sakalına, gömleğine kafa yı takmasın polisler. Çünkü bir kesimde ben karakola düşmüştüm de, polisler uzamış sakalıma kızıp kızıp ver ettilerdi dayağı.
İçlerinde en güçlü ben çıktım, ne sarardım, ne korktum, sıram gelince içerde da yağımı yedim çıktım. En az da beni dövdüler. Çünkü ne sakalım vardı, ne de tıraşım, gömleğim de tertemizdi. Üstelik hap içtiğim için çok sakindim. Polislere karşı gelmedim. Hatta bana dayak atan polislerden biri :
«İşte, dedi, dayak yiyecek adam bunun gibi olmalı. İnsan böylelerine dayak atmaktan âdeta zevk duyuyor. İnsan efendi efendi dayağını yiyip gitmeli. Şu adamdaki efendiliğe bak, tıraşı, sakalı, gömleği-.. Lütfen ayağınızı biraz daha uzatır mısınız, sopa tam denk gelmiyor da »
Bırakırlar diye bekliyoruz. Bırakmadılar. İfademizin alınması için beklettiler. Bu ara da komiserin nöbeti bitti mi ne oldu, yeni gelen bir komiser, bizi orada bardak gibi dizilmiş görünce, polislere :
— Alın bunları, ıslatın biraz, dedi.
Bu kez benden başladılar. Sırasıyla, babam, amcalarım, dayım, komşumuz ve arkadaşım, dayağını yiyen çıktı. İkinci posta dayakta yine efendiliğim, sakinliğim, temizliğimle birinci geldim. Polisler kutladılar beni.
Hatta komiser de kutladı :
— Nerden öğrendiniz bu denli güzel dayak yemesini? diye övdü.
Ne ifade, ne de bir şey, saldılar bizi.
Eve doğru koşmağa başladık. Şaşkınlıktan hiçbirimizin aklına gelmedi. Gerçekten biz ne için gitmiştik karakola? Öyle ya, bekçi bir iş için çağırmamış mıydı beni? Yoldan döndüm, geri gittim karakola. Komisere:
— Bekçi dün beni çağırmıştı da, dedim.
— Ha adın neydi? diye sordu.
Söyledim. Önündeki notlara baktı:
Ha, dedi, seni bir vergi borcunu tebliğ için çağırmışız. İmzalayın şurayı.
İmzaladım. Tebliği aldım. Komiser, oradaki polise,
— Arkadaşa dayak atmış mıydınız? Diye sordu.
— Biraz önce atmışlardı efendim, dedim.
— Ha öyle mi, dedi, iyi iyi, o zaman gidebilirsiniz

— Felaket Niyazi bey! dedi. Sen ölmüşsün.
— Yapma yahu, ne zaman?
— Sen öleli çok olmuş. Yapılan istihbaratla anlaşılmış. Şimdi ne yapacağız Niyazi bey?
öteki, kıvırcık saçlısı da yetişti geldi, ağlayacak nerdeyse :
— Yandık Niyazi beeey! Şimdi ötekiler terfi etti, kimi de emniyet âmiri oldu, ama biz, şimdi demezler mi bize, ulan ölmüş adamı sekiz aydır izlemeğe utanmıyor musunuz? Bu mu görev, bu mu görev anlayışı, bu mu polis ruhu?
öteki :
— Yandık, dedi. Terfi edelim diye Niyazi beyi izleme işini üzerimize aldık, şimdi büsbütün meslek boyu bize terfi olmadığı gibi belki de...
Kıvırcık saçlısı :
— Belki de işten atarlar, dedi. Altı çocuğum var yahu. Niyazi bey ocağına düştük, sen akıllı adamsın, buna bir çare.
Tıknazı :
— Çare Niyazi bey, çareee!
Umarı var mı bu işin?
— Arkadaşlar, dedim, şimdi tutup hatırınız için pat diye ölsem, elimde değil ki...
Ölemem. Hem ölmem de bir şey anlatmaz, çünkü ben eskiden ölmüşüm. Sonra size, peki, dokuz yıldır kimi izliyordunuz diye sormazlar mı?
— Ulan, dedi kıvırcığı, adam sekiz yıl dır ölmez de, tutar görev bize gelince dokuzuncu yılında oluverir... Ah ne yapacağız şimdi...
Evet, umarı, uman?... Buldum... O denli bir rapor hazırladım, ellerine tutuşturdum ki, iki polisin ikisi de, ikinci günü sevinçle yanıma geldiler.
— Nasıl? dedim.
İkisi birden :
— Sağolun Niyazi bey, sizi izlemeğe devam edeceğiz, dediler.
Raporumun son cümlesi şöyleydi :
«Bu kökü dışarda olan azılı komünistler, asıl öldükten sonra izlenmelidir...»

Ah bir ölseymiş, o zaman o denli ilgilenen olurmuş ki kendisiyle, bir kez başında kalabalık birikirmiş, sonra kendi için telefon kabinine girilir, telefon edilirmiş. Can kurtaran gelirmiş, hastanenin morguna kaldırılırmış, doktorlar inermiş aşağıya, kendi için bıçaklar gelirmiş, otopsiler yapılırmış, raporlar yazılırmış, polisler, savcılar gelirmiş, ilk görenlerin ifadeleri alınırmış, izin verilirmiş gömülmesine, kocaman ak kâğıtlar üzerin de. Mezar kazılırmış özel, cenaze arabası ge lirmiş özel, isteksiz de olsa imam tarafından namazı kılınırmış gömülürken. Ve gömermiş iki işçi, ha babam kürek, de babam kürek. Kefeni bile olurmuş belediye kesesin den... Eh ulan, haklı mıymış şimdi yani bağırmakta, vatandaşın ölüsüyle bunca uğraşacağınıza, dirisiyle bir parçacık uğraşsanız olmuyor mu diye? Olmazmış. O zaman düzen değişirmiş. Titre kendine dön varken, maneviyyat varken, Böyyük Türkiye varken, niyeymiş düzen değişikliği, vatandaş ölmekte hürmüş, o ölür onlar kaldırırmış...

Ve merkeze ilk haber telsizle gidiyor :
— Beyefendi ekibe gerek kalmadı, çünkü bombayı bir adam yedi...
Merkezden ilk buyruk geldi :
— Adamın yanma kimseyi yaklaştırmayın, her an patlayabilir.
Karnı aç adam patlaymcaya dek pastaları yiyor...

Efendim, dedi, geri kalmış uluslarda kadınlar daima aşağılanmıştır. Aşağılandık ları için küfür denir denmez, hemen kadınlar akla gelmektedir. Niçin küfreden biri,
«Senin babanı, dedeni şöyle şöyle yaparım demez de ananı avradını, der?» Bu nokta üzerinde durmanızı rica ederim. Kadın sövülerek de sömürülmektedir geri kalmış ül kelerde. Hatta ben bir kezinde gözlerimle gördüm, gözlerimle tanık oldum. Birisi biri ne karısının yanında sövüyordu, hem de kadının gözlerinin içine baka baka, «Senin karını şöyle şöyle yaparım» diyordu. Adam çok sinirlendi, ötekinin yakasını tuttu: «Ben de senin avradını şöyle şöyle yaparım» de di. Efendim, bir otobüs durağında tüm hal kın gözlerinin önünde oluyordu bu olay. Bu kez öteki adam, bir daha kadının gözlerinin içine bakarak, adama «Senin avradını şöyle şöyle yaparım», dedi. Kadının kocası da, «Ben de senin avradını...» diyerek adamın yakasına yapıştı. Burada noldu biliyor musunuz, kadın araya girdi, kocasına, «Sen deli misin, bana ne yapabilir o?» diye bağırdı. Ama kadının kocası, öyle bir bağırış bağırdı ki, «O sana bir şey yapamaz ama, ben onun karısını saparım» dedi. Kadının kendi namusu ortaya atıldığı halde kocasını kurtarmak için hiç kızmamış göründü. Ayrıca, ken di kocası, başka kadınla ilgi kuracağı için de hiç kıskanmadı. Ve böylece kadın, bir durak insanın önünde aşağılanmış oldu. Ama öteki kadınlar kadına, «Bravo, bir cinayeti önledin» dediler. Oysa ki oradaki kadınlar da aşağılanmışlardı, bunun farkında değildiler.
Ama salt kadınlar mı ki? Geri kalmış uluslarda bir güçlüler vardır, bir de güçsüzler. Güçlüler azdır, güçsüzler çoktur, îşte bu güçsüzler haklarım almayınca küfrederler. Örneğin, güçlü adalet önünde hak lı çıkar, güçsüz haksız çıkar. Güçsüz o zaman ne yapar, çıkar çıkmaz başlar küfretmeğe. Karakolda dayağı yer, eve gelir, başlar evde kendini dövenlere sövüp saymağa... Hı, patrondan hakkını alamaz, patronun yüzüne karşı sövse, işten derhal atılacağını bilir. Onun için akşamı bekler, eve gelince geçer pencerenin önüne, pencerenin pervazını patron yerine koyar, affedersiniz, ana avrat dümdüz gider. Hastası hastane kapılarında sürünür, yatıramaz, koyar ara banın içine, eve dönüşünde başlar baş dok torundan hademesine dek küfretmeğe. Şoför de, «Açılırsın, et abi et, diye ona yardım ettiği gibi, bir kezinde ben bu anasını avradını saptıklarımın eline düşmüştüm de» diyerek söze girişir. Getirir konuyu kendi ara basına, parçacıya söver, trafiğe söver, kendine ceza yazanlara söver, kapıyı hızlı kapa tanlara söver.
— Yani efendim, ben naçizane şunu anlıyorum, dedi; arkadaşlar, halkımızı olayların küfürbaz yaptığını söylemek istiyorlar,öyle değil mi?
— Evet, dedi on'a yakın ağız.
— Yani efendim, ben naçizane şunu anlıyorum, dedi; arkadaşlar, halkımızı olayların küfürbaz yaptığını söylemek istiyorlar, öyle değil mi?
Evet, dedi on'a yakın ağız.
Denetmen kılıklı biri :
— Efendim, dedi, peki o zaman size ben şunu sorayım. Ülkemizde hiçbir olay olma sa, acaba halkımız hiç sövmeyecek mi?
Mırıltılar oldu. Denetmen kılıklı adam,
— Söver, dedi. Bizde sövgü bazen övgü dür de. Örneğin, çok iyi oynayan bir futbol cu için taraftarı şöyle bağırıyordu : «Atar golü anasını avradım saptığım, öyle atar ki işte böyle lark diye atar.» İnsanın akıllısının bile bu şekilde övüldüğünü duydum, «Anasını avradını saptığımın adamı öyle akıllı ki arkadaş», diye. Demem şu ki, bizde sövgü biraz da övgüdür.
Olabilir, dedi biri. Ama ben şunu söylemek isterim ki, bir ülkede şayet tüm şeyler şansa kalmışsa, o ülkede rahat rahat şu küfrü duyabilirsiniz. «Ben böyle şansın anasını avradını...» Düzene akıl erdireme yen işi şansa bağlar. Şansın aslında düzen olduğunun farkında değildir. Şansa söverken bilinçsiz olarak düzene söver. Babadan şansa söven duyar, dayıdan duyar, az sonra düzenin şamarını yedi miydi, başlar kendisi de şansa sövmeğe.
Affedersiniz, dedi ince uzun biri, ben psikologum. Şunu diyorum ki, şayet ulusu muzda bu sövme karakteri olmasaydı, çok tan büyük patlamalar olurdu ülkemizde. Halkımız söverek rahatlamakta, böylece büyük patlamaların önüne geçilmekte. Bu da bilinçli olarak yapılmaktadır. Örneğin, her akşam televizyonda, radyoda söylenen siya si sözler bilinçlidir. Televizyonu izleyen, radyoyu dinleyen halk bu sözleri duyacak, on dan sonra hop oturup, hop kalkarak küfretmeğe başlayacak. ,
Denetmen kılıklı -.
—• Yani arkadaş dedi, televizyondaki, radyodaki o siyasi konuşmaları yapanlar, halk kendilerine küfür etsin diye mi oraya çıkıyor, o sözleri söylüyorlar?
—• Elbette, dedi psikolog. Büyük patlamaların önüne geçerek günlerini gün etmek için her gün bir kişi görev alarak orada bir şeyler geveliyor. Halkın zaten şurasına gelmiş, ha patladı, ha patlayacak, işte o sözler, o gözler, o kaş göz oynatmalar, subabın açılmasına neden oluyor, halk o kaşı gözü, o dili sözü görünce başlıyor küfretmeğe.

Tam bu sırada polis yetişmiş, Hamza Çavuş da donunu sıyırmıştı... İzleyicilerin bir bölümü gözlerini kapamış, bir bölümü de iri iri açmışlardı.
«Ulan işte buna, buna ne denir biliyor musunuz? Ulan bir görün de inanın, Hamza Çavüş'unuzda iş var mıymış, yoksa yok muymuş?»

Türk konukseverdir, öyle ya, var git köyün birine, var git bir yere konukluğa, şöyle bir hafta ye iç yat, her gün de ev sahibine:
«E peki bugün nereye gidiyoruz?» diye sor, cebinden de beş kuruş para harcama, bak o zaman sen gör konukseverliği, seni değnekle mi kovalarlar, yoksa itle köpekle mi?

Hele Fadır, yani ben Fadıl,çok iyi insanımsım. Niyeti biraz daha kalmakmış. Gelip de orada ne yapacakmış, burada hava ve güneş çok güzelmiş. Yalnız hava ve güneş mi, hınzır kız, ekmek elden su gölden, on dönüm bostan, yan gel yat Osman... Bundan iyisi can sağlığı. Kısmet olursa gelecek yıl anne babasını da getirecekmiş.
Kızın niyeti bozuk, bizi de Fadıl gibi İngiltere'nin eniştesi yapacak.
Kıza surat asmaya da gelmiyor. Suratı mı asınca oğlana İngilizce :
Fadır hasta! diyormuş.
Ondan sonra giriyor mutfağa, ne denli limon varsa sıkıyor, limonata yapıyor. Bir limon bu zamanda kaça hınzır kız, bildiği yok ki. Limon yoksa, çay üstüne çay kaynatıyor. Kahveyi bardakla yapıyor. Baş ağrısı na iyi gelir diye, yarım şişe kolonyayı kafama boca ediyor. Rozmeri değil, baş belası mübarek. Atsan atamazsın, satsan satamaz sın. Annesigile her mektup yazışında umutlanıyoruz, ama yazdığı mektubu bize okuyunca umutlarımız suya düşüyor. Gideceği ne ilişkin hiçbir cümle yok, «Maşallah turp gibiyim» mektup buna benzer sözlerle biti yor. Turp nesi, kız oldu pancar, yiyor pilavı, yiyor böreği, it ayağı yemiş gibi akşama dek sorumsuzca, orası senin burası benim, nasıl olsa yanında da paralı gezdiricisi hazır... Kız şiştikçe şişti, şiştikçe şişti, pantolonunun içi ne sığamadığı gün, tutturdu mu bir ağıt.

Hiç bize çatar mı öylesi, spor yapan, yiyeceğine dikkat eden? Koy önüne üç tabak pilav, yesin. Her tabaktan sonra da:
Madır, desin, bizim hanımın boynuna sarılsın.
öyle ya, fadır kaz, madır ördek, bizim oğlansa tavuk. Hani azıcık kıza horozluk yapsa, yüreğime batmayacak. Oysa ki kız belirtiyor da. Beyoğlu'ndan mı ne geçmişler, kızın orasına çimdik, burasına çimdik, kalçaya pençe, omza serçe... Kız havalara uçuyor:
Siz Türk erkekleri çok seksi, diyor.
Bizim oğlanda iş olmadığını anlayınca, iki güne bir Beyoğlu'na. Utanma da yok, açıyor orasını burasını,
Buraya çimdik, buraya bandik, diye gösteriyor.
— Lan oğlum şu kızla ilişki kur!
— O zaman hiç gitmez baba.
— Ne lan yani ben mi saldırayım?
Karım, kızlarım :
Babacığım daha neler? Dediler,

öyle bir Rozmeri almışız ki başımıza, tastamam sırmalı heybe.
Durun başka bir taktik deneyelim, hepiniz hasta olun, tam bir hafta, ne yemek ne aş, ha?
Ne bir haftası? Kız bakkaldan borç aldığımızı biliyor. Daha ilk günden, eline almış fileyi doğru bakkala, doldurmuş gelmiş :
Aman siz yatın kalkmayın!
Sen gir mutfağa, dök saç, iki yemek pişecek malzemeyle bir yemek pişir, üstelik bas içine tuzu. Yemek değil anamın turşusu olmuş. Ne yapsınlar, hemen ikinci günü bizimkiler ayağa kalktılar da tuzlu tuzlu batmaktan kurtulduk.

öyle hoplaya zıplaya dayak yerken, bende can tükendi. Kendimden geçer gibi oldum ve yere yığıldım. Üşüştüler başıma. Oramı buramı karıştırmağa başladılar, ama ben kendimde değilim
artık. Yalnız polislerin,
— Bayıldı, hâlâ sövüyor yahu, dediklerini duyuyordum.
Demek adamlar böğrüme el attıkça, bayılmış olduğum halde :
«Iııhh ananı» diyormuşum.

Bazı günler iki iş, üç iş yaptığım olur. Ayarlarım, birinci işte sağdan vurdurturum, ikinci işte soldan vurdurturum, üçüncü işte tam ortadan vurdurturum.
Gerçi son zamanlarda beni tanıyanlar oldu abicim, daha ben artlarında önlerinde biter bitmez, sanki elli iki Hilman değilmişim de cankurtaran arabası veya itfaiye arabasıymışım gibi adamlar yolun sağına çekilip bana yol veriyorlar, veya iyice gazlayıp önümden kaçıyorlar. Hatta adımla seslenen ler bile oluyor :
Ulan yedibela Nuri, bizim başımıza bela olma da git kimin başına bela olursan ol.
0 Responses