Murat Çetin
Savaşı, O'nun ne olduğunu bilmeyen ve hiçbir zaman ateş altında bulunmayanlar çıkarmış ve sebep olmuşlardır. Savaşın ahlâkla ilgili kısmı onu yapan ve yaşayanlarla değil, sebep olanlarla alakalıdır.

Bugüne kadar tüm savaşlarda sadece ve sadece anneler kaybetmiştir. Başka hiç kimseye bir şey olmamıştır. Hiçbir sonuç, annenin mezara kadar devam edecek olan yûreğindeki ateşe derman olamaz.

İnsanlığın 5000 yıllık yazılı tarihi aslında savaş tarihinden başka bir şey değildir. Korkular ittifakları, ittifaklar savaşları doğurmuştur. Bir savaş, daha sonraki savaşın tohumlarım atmıştır.

İnsandaki altı temel duyu; mutluluk, üzüntü, öfke, korku, şaşkınlık ve tiksinme aynı anda sadece muharebelerde yaşanabilir.

Bölgede Türk ve Kürt vatandaşlar birbirinden ayrı köylerde yaşıyorlardı. Geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktı. (1975)

- Ne oldu da isyan çıktı? Alınıp verilemeyen ne? Siz bunu yaşamış insanlarsınız.
- Kumandan bey, siz bunları bizden iyi bilirsiniz. Ne zaman bu bölgelerde bir hareket olduysa, bunun arkasında, bilin ki ya İngiliz, ya Moskof (İran taraflarını göstererek) ya da bu Farslar, biri biri mutlaka vardır. Sonra bu Farslar ikili oynar. Önce Kürtlerden yanaydılar; kışkırttılar, desteklediler sonra birden dönüp T.C. Hükümeüyle anlaştılar. Ben ne diyeyim. Ateş kendi kendine yanar mı? Halk cahil, yoksul. Ne denirse hemen kanıyor. Bu kafirler her zaman bol vaatlerde bulunmuşlardır.
- Baban o zaman sağ mıydı?
- Sağdı kumandan bey. Babam o çatışmalarda ayağını kaybetti. Ne kıyamet koptu, ne kıyamet. Mustafa Kemal Paşa başımıza taş yağdırdı. Başka türlü de sükunet sağlanamazdı.

- Peki şimdi ne oluyor? Gene bu bölgede sağ sol diye ayrılmışlar, fırsat bulsalar birbirlerini acımadan boğazlayacaklar. Harman yakmalar, köy basmalar neyin nesi?
- Evveliyatı vardır. Devlet birini yakalayıp mahpusa koyunca her şeyi halletmiş gibi rahatlıyor,
- Sebep sadece bu mu?
- Esas sebebi soruyorsun, anladım. Bu rey işi var ya. Reyini bana ver işi, her şey bu kağıttan çıkıyor. Yüz buluyorlar, benim adamım, senin adamın oluyor. Bu defaki çatışmaları çıkaranlar Ankara'da oturuyor.

1912-1913, Balkan Savaşı: 4307 şehit
1919-1922, İstiklal Savaşı: 10.885 şehit
Yaralı iken ölen 1718 asker dahil, hastanede hastalıktan ölenler hariç. 1. ve 2. İnönü Muharebelerinde şehit olan 219 asker yukarıdaki toplama dahildir. 1950-1953, Kore Savaşı: 731 şehit
1. Tugay 498'dir. 2., 3. ve 4. Tugayların şehit sayısı 233'dûr. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı: 486 şehit

1993 yılının Temmuz ayı başında Hakkari'deki durum şuydu:
Bir tohum, 1984 Ağustos'unda verimli bir toprağa atılmış, tomurcuk olmuş, fide olmuş, ağaç olmuş, dala budağa sarmış, umulan meyveleri vermiş, toprak altındaki kökleri de alabildiğince derinliklere yayılmış haldeydi. Bu koca gövdeli ağacı kollarımızla kucaklayacaktık. Bütün subaylar birbirlerine "Burada bize ait ne kalmış?" diye sorduklarında, herkes de iyi biliyordu ki, bu cevap koskoca bir "hiç"ti.

1984'deki Şemdinli baskınından sonra Bolu'daki Komando Tugayı Hakkari'ye intikal ettirilmiş ve adı Hakkari Dağ ve Komando Tugayı olarak değiştirilmiştir. Olayların başlamasından iki ay sonra Bolu Komando Tugayının hızlı ve yerinde bir kararla Hakkari'ye intikal ederek, orada konuşlanması, PKK mücadelesiyle yakından ilgili olan herkesin kabul ettiği, en isabetli ve en doğru karardır. Tarihi bir öngörüdür.

Halkın PKK'ya yardım ve destek sağlaması örgütün ideolojisine değil, baskın çıkan otoritesinden korkmasıydı. Bu nedenle halktan bilgi gelmiyordu. Gelen az bilgi de doğru ve güvenilir değildi. Militanlar her yerdeydi ama, "şu saatte", "şuradan" diye bir istihbarat yoktu. Ortada bir sürü telsiz dinlemelerinden, jandarmadan, polisten, MİT'ten gelen haberler vardı ve bunlar da birbiri ile çelişiyordu. Her şey bulanıktı, esas kaynak olan halk da şu anda kapalıydı.

Mahalli yönetimlerin çoğu, başkanından en düşük memuruna kadar (belediyeler) açıktan ve inanılmaz ölçüde PKK'nın destekleyicisi değil, ta kendisiydi. Tam şımarmışlardı, pervasızca hareket ediyorlardı.

Halkın kendi güvenliğinin devlet tarafından sağlanamadığı inancının yerleşmesi, örgütün yapacağı eylemler hakkında önceden hiçbir haber alamamanız demektir.

"Herkes kadar yaparsanız; Hiçbir şey yapmamışsınızdır."

"Titrek ve ürkek adımlarla yol gidilmez."

Atatürk seyahat halindeyken yolda öğrendi. Saniyen gösterdiği tepkiyi içinizde bilmeyen olduğunu sanmam. 1924'de Botan çayını geçerken pusuya düşürülüp öldürülen beş atlı jandarmanın haberini Çankaya'da aldığında ise, bütün gece öfkesinin önünde kimse duramadı. Neden böyle davranıyordu? Size söyleyeyim. Küçük gibi başlayan bu olayların sonunun nereye varacağını derhal anlıyordu. Olağanüstü zeki bir kişiliği olduğundan ilk bakışta tablonun tamamını görüyordu. Kendisinin zaman zaman söylediği gibi "kudretsiz dimağlar, zayıf gözler, gerçeği görmezdi." Saygısızlığın, tecavüzün büyüğü küçüğü olmazdı", "güç ve kudretini ispat edemeyene itibar edilmez, ancak zaferle kuvvet ve otoritesini ispat edene saygı ve itibar kendiliğinden gelir" ifadeleri Ulu Öndere aittir. O tarihin, ulusların tarlası olduğunu, her ulus geçmişte ne ekmişse gelecekte onu biçeceğini, tarihin engel olunabilecek şeylerin toplamı olduğunu biliyordu.

Ben size anlatayım; PKK'nın ilk yıllarında bütün Hakkari'nin tamamında kod Sinan isimli birinin yönetiminde 8-10 tanesi kız, 60 kadar militan faaliyet göstermiştir. Köylüler, halk hem mülki hem askeri makamlara gelerek haber vermişlerdir. Aldıkları cevap: "Bizim bilgimiz var, siz köylerinize dönün." Onlar ısrar etmiştir. "Bunlar bizim bildiğimiz eski eşkıyalara, Koçero, Hamido gibi suç işleyip dağa çıkanlara benzemiyor, bunlar bizim bildiğimiz eşkıya değil, siz de eşkıya diyorsunuz ama bunlar onlar değil, bizi köy odasına, camiye topluyorlar, Kürdistan diyorlar, bağımsızlık diyorlar, sömürgecileri bu topraklardan atacağız diyorlar, sırtlarındaki çantalardan kitaplar çıkarıp okuyorlar."
İşte arkadaşlar bu dönem onların tomurcuk ve filiz devresiydi. Halkın devlete güveni tamdı. Kendilerinin bizim tarafımızdan korunacağına inanıyordu.

Ama halk nerede olduklarını biliyor. Yetmez! Ne zaman, nerede, ne yapacaklarını da en azından bir iki gün önceden biliyor. Peki, biz niye bilmiyoruz? İki sebebi var; birincisi halk bizden kopmuş. Niye bilgi versin ki; biliyor ki, PKK bölgeye otoritesini hakim kılmış. Bunu yaparsa kesinlikle öldürülecek, ailesi çocukları dahil herkes. İkincisi Gayrı Nizami Harp tekniklerini iyi uyguluyor, yeraltı sistemlerini tam kurmuş. Bunları, Gayrı Nizami Harbi bilen uzmanların doğru ve uygun eğittiği işte ortada.
İş bu iki temel sebeple de bitmiyor. Başlangıçtan itibaren sadece siyasilerin değil, askerlerin de "üç beş çapulcu" laflan, federasyonu tartışalım diyenler, ikide bir itirafçı yasası çıkaranlar, bu yılın ilk aylarında kendi kendine ateşkes ilan ederek, sanki kışın yapılıyormuş gibi operasyonları durdurup Mayıs ayında Bingöl'de 33 silahsız askerin kurşuna dizilmesiyle uyananlar, aşiret reisleriyle ağalarla işbirliği yapanlar. Devlerin işi ciddi tutmasına mani olup, onu engellediler.
Beyler, devlet otorite ve güç demektir. Hiç kimse onun kudretinden kuşku duymamalıdır. Devletin adalet ve siyasi varlığından konuşacaksak, tanımı budur. İşlerin niçin bu hallere düştüğüne devanı ediyorum. 1992'de Alay Komutanlığımda Ankara'dan bir emir geldi. Emirde; Sivas-Diyarba-kır hattının doğusunda seyahat eden subay, astsubay ve askerlerin, askeri kimliklerini üzerlerinde taşımamaları isteniyordu. Amaç da PKK'nın yol kesmelerinde, kim olduklarının anlaşılamamasıydı. Hemen Tümen Komutanına telefon ederek, "kendilerinin imzaladığı bir üst yazıyla bize ulaşan bu emri; subay ve astsubaylara yazılı olarak tebliğ etmeye utandığımı" söyledim. Vatan topraklarında subayların kimliklerini saklaması ne demekti? Bu, çok şeyin baştan kaybedilmesiydi. Askerin başında bulunan insanların moral ve psikolojik yapılarının işe yaramaz hale sokulmasıydı.

Beyler, Cumhuriyet döneminde gene bu topraklarda on beş defa silahlı başkaldırı olmuştur. Bunlardan Şeyh Sait'de silahlı adam mevcudu azami 5000, Tunceli hareketinde ise 3000 kadardır. İsyanların bastırılması Tunceli'de yedi ay. Şeyh Sait'te 4.4 ay sürmüştür. Diğerlerinin hepsinde asilerin silahlı gücü, 150 ila 500 adam arasında değişmiş, teşebbüsler de iki gün ila bir ay içerisinde bitirilmiştir. Şunu bilmelisiniz ki bu kadar silahlının hepsi yok edilmiş değildir. Büyük bir kısmı dağılmış ve kaçmıştır. Ama şu çok önemli; hepsinin elebaşıları ve önderleri mutlaka yakalanıp cezalandırılmıştır. Bütün Cumhuriyet dönemi isyanları (1924-1938) Atatürk'ün zamanında çıkmıştır.

Bizim elimizde bulunan Amerikan tercümesi, 1961 ve 1964 yıllarına ait gayrı nizami harp kitapları mevcut. Bildiğiniz gibi bütün kitaplar Amerikan tercümesidir ve onlar yayımladıktan 6-8 sene sonra da tercüme eder biz yayımlarız. Silah ondan gelince silah bilgisi de ondan, tecrübe ve fikir hayatına dayalı kitaplar da ondan alınınca nasıl savaşılacağını da 1952'den beri gene Amerika'dan öğreniyoruz. Bundan önce de Almanlar, daha önce de Fransızlar vardı. Arkadaşlar şimdi zaman almak istemiyorum. Bizim, 1934, 1935,1936 yıllarında kendi yazdığımız eğitim ve muharebe kitaplarını görün, okuyunca şaşırıp kalır, neden bunları görmekte geç kaldım diye hayıflanır durursunuz./ Bu bahsettiğim 1961 ve 1964 yıllarına ait ABD talimnameleri; bir, anlatımları genel, iki, hükümet kuvvetlerini anlattığı için küçük rütbelere fayda sağlamıyor. Bize karşı taraf, hasım lazım. Üstelik Vietnam'dan önce yazılmış. ABD'nin ilk muharip askerleri 1964'de Vietnam'a gitti, 1973'de sekiz sene sonra bozgun halinde oradan çekildi. 196O'lı bu kitapları o tarihlerde kendileri kullanıyordu, bir işe yaramadı ki 58.000 ölü verip 6 bin helikopteri enkaz halinde Vietnam topraklarında bıraktı.

"Arkasında düşmanı hisseden önündekiyle savaşamaz". Bu muhteşem söz Cengiz Han'a aittir.

Aç insan kolay kandırılır.

Üç kişi bir sırrı ömür boyu saklayabiliyorsa, bilin ki, bunlardan ikisi ölü demektir. Çalışmalarımızda şu sözü de unutmayın; üç türlü yalan vardır; adi yalan, yeminli yalan ve resmi istatistikler.

Savaş ve muharebeler taarruz demektir. Savunma halindeki bir birlik, yenilmeye, yıpratılmaya mahkumdur. En iyi muharebe yönetimi; düşmanı rahat bırakmamaktır.

Bir insanın emir vermeye hakkı olması için, emir verdiklerinden daha değerli olduğunu kanıtlaması gerekir.

Napolyon'un bu konudaki görüşü: "Emir vermek için itaat etmenin şart olduğunu söylerler, fakat sürekli itaat edende de komutanlık niteliği kalmaz" şeklindedir.

Hiçbir iş başında bulunan adamın seviyesinden yukarı çıkamaz.

İnsanlar yüksek mevkilerden düştükleri zaman güçlerini kaybettiklerinden değil, dalkavuklarından ayrıldıkları için üzüntü duyarlar.

Ölüm her şeyi eşit yapan doğal sonuçtur. Ölümden korkmayan ölmez; ölüm kendine koşanları hiçbir zaman vurmaz. Ölümün korkusu, ölüm acısından daha şiddetlidir. Ölüm telaşının bir anlamı yoktur. Her canlının neticesi ölümdür. Kaçınılmaz sonuçlara peşinen üzülme ve bunu dert etme bilinçli, sağlıklı bir ruhun işi değildir.

İnsanoğlunun yazılı 5000 yıllık tarihinde barışla geçen süre 236 yıldır.

Yakın ve uzak tarihi incelediğinizde görürsünüz ki, savaş bulduğu ülkeyi bir daha bırakmaz. Bir ulusa zayıf ve kuvvetli yanlarıyla beraber erdemlerini de öğretir.

Askeri liderin özelliklerinin ne olduğunu daha 1070'lerde Kutad-Gubilik eserinde Yusuf Has Hacip katıksız olarak söylemiştir. Başka kaynakların hiçbiri bu netlikte tanımlayamamıştır.
• Cesur olacak.
• Tok sözlü olacak.
• Cömert olacak.
• Savaş tecrübesi olacak.
Yalnız, dünyanın ünlü askerlerinin biyografileri tetkik edildiğinde hepsinde müşterek olan nitelikler şöyle sayılabilir:
• Askerlik sanatını çok sever.
• İnsanların enerji ve fikirlerini serbest bırakır.
• Fikren hareketli ve kolayca alevlenen bir kişiliğe sahiptir.
• İnsan psikolojisine hakimdir. Yapılmak istenmeyen şeylerin de yapılmasını sağlar.
• Düşüncelerini hep yüksek sesle söylemeye alışkındır.
• Gerçeği hızla fark eder ve söyler.
• Sisli havada yolu hiç şaşırmaz.
• Bağımsız bir kişiliğe sahiptir. Sıradanlığa tahammül edemez.
• Cesur, canlı ve sabırsızdır.
• Her şeyin süratle yapılmasına inanır.
• Güven aramaz. Limandaki teknenin güvende olduğunu ama bir süre sonra çürümeye başlayacağını bilir.
• Yenilebilir fakat pes etmez.
• Yılmayan ve vazgeçmeyen bir ruha sahiptir.
• Karşı tepenin öbür yüzünü iyi kestirir.
• Astlarında savaşma ve kazanma isteği yaratır.
• Her fırsattan yeni bir sonuç çıkarır.
• Savaştaki kıtaları ile zihinsel bir bağ kurar.
• Gücü ve saldırganlığı zaman zaman öne çıkan bir askerdir.
• İleri hatlarda olmayı sever. Süvari liderleri gibi, emri eyerin üzerinde vermekten hoşlanır.
• İnsanın bambaşka bir yaratılışta olmadıkça, hiçbir üstünlük gösteremeyeceğini bilir.
• Hem düşünce hem de eylem adamıdır.
• İnsanların itaat duygularına değil, doğrudan kalplerine, hayallerine hitap eder.

Bir saldırı planlamak için çok asker çok birlik beklemeyeceksiniz. Kargalar kalabalık uçar. Siz, ikisi, üçü yan yana uçan yırtıcı gördünüz mü hiç? Çünkü kendilerine güvenleri tamdır.

Gayrı nizami harpte asırlardır tek bir ilke vardır. "Ara, bul, yok et".

Örgüt kaybettiği militanların yerine yenilerini, halk kendisini destekledikçe temin etmekte zorluk çekmeyecektir. O zaman biz kısır bir döngüde kalırız.

"Bir ordunun işi siper kazmak ve toprağı savunmak değil, harekete geçip düşmanı yok etmektir."

Gayrı nizami harpte, hat ve cephe bulunmadığından, tehdit 360 derece her yerden geliyordu. Militan, milis, yardımcı ve yatakçı, halk iç içeydi, sap samana karışıktı

"Ne kadar eğitim almış olursan ol, öğretilenlerin hiçbiri ,seni o ana hazırlamış değildir."

İnsanoğlunun yeryüzü serüveninde her zaman konuşan, doğru düşündüğünü sanan, fikir sahibi olan, hatta iyi plan yapabilenler, her zaman bulunmuştur. Ama, "işi iyi yapan" zor bulunmuştur.

Millet ve toplumların, tarih boyunca uzayan her meselesinde, insanlar daha çok acı çekmiş ve kayıpları her yönden daha fazla olmuştur. Ve uzayan meseleler, haklı olan tarafın da zaman içinde haklarının ne derecede doğru olduğu konusunda yeniden yorumlanması gibi, aleyhine gidişlere sebep olmuştur.

- Bu kadar silah, mermi, malzeme ve yiyeceğin nasıl taşındığını açıkla o zaman.
- Taşıyıcılar sonradan başka mıntıkalara gönderilerek, yerlerini bildikleri depolardan uzaklaştırılır

- Bulgarların bir atasözü var biliyor musun? İnsan bu söze kızıyor ama asırlarca bizle birlikte yaşayan bu insanlar neden durup dururken bunu söylesinler?
- Turskorabata; Türk işi, "yavaş yavaş ve iyi yapılmayan" demek.

Bu ülkede Atatürk'ten sonra hiçbir şey iyi gitmedi. Size bir şey anlatayım. Lozan'dan sonra İngiliz Büyük Elçisi, halkın nabzını kontrol etmek amacıyla, Ankara'da bir Pazar yerine gidiyor. Sebze satan bir tezgahm başındaki Türk'e soruyor :

- Siz Mustafa Kemal Paşa'yı neden bu kadar çok sevip, sayıyorsunuz? Cevap, sade ve nettir.
- Çünkü; o bizi, bizden daha çok düşünüyor.

On yıldır verilen zayiata bakın büyük kısmı hep karakollarda; Neden? Çünkü sabit ve durağan haldeler.

1925'de silahlı ayaklanmaya kalkışıldığı haberinin alınmasından üç gün sonra, Atatürk Diyarbakır'a gitti. Bir salonda kendisine silahlı grupların yerleri, sayılan konusuyla, yapılacak harekat planı üzerinde bilgi sunuldu. Takdim bittikten sonra Atatürk "Bu plan eksik" dedi. Atatürk'den bir gün önce gelmiş olan İnönü "Ben tetkik ettim, bir şey bulamadım." dedi. Atatürk salonda bulunan herkese, eksikliğin ne olduğunu en küçük rütbeli yaver yüzbaşıya kadar tek tek sordu. Hepsi kullanılacak kuvvetler, arazinin durumu, taamız önceliğinin hangi bölgede olması gerektiği hususunda çeşitli değerlendirmeleri söyledi. Sonunda Atatürk:
"Efendiler bu plan eksik; çünkü bu musibeti çıkaran, bu işin başı ve önderi olan herifi bertaraf edecek, sevk olunacak bir kıta ayrılmamış. Bu adam şu anda nerededir?"
Bunun üzerine elebaşının muhtemel yerini söylediler. Atatürk:
"Bu tip hareketler önderlerine bağlıdır. Onun bertaraf edilmesi yangını erken söndürür. Planı o şekilde tadil edin" emrini verdi.

Keçi şarap içince, dağa kurt aramaya çıkarmış.

Napolyon, savaşlarının birinde Fransız topçusunun bir saate yakın süredir hiç ateş etmediğini fark edip atını topçu mevzilerinin bulunduğu bölgeye sürüp, topçu komutanına soruyor:
- Neden ateş etmiyorsunuz? Topçu komutanı:
- 13 sebep var haşmetmahap
- Nelermiş? Sayın.
- Bir, barut yok. Deyince Napolyon:
- Kes. Barut yoksa, başkaları olsa ne olacak?
Devletin ve millettin herhangi bir şekilde başı belaya girdiğinde bunu defedip
yok edecek olan işte halkın bu ruhudur. Geri kalan ne varsa hepsi 'diğerleri'dir.

Hem cepheyi çok genişlettik hem de kanıp sayısını arttırdık. Buna karşılık gene 4000 komando kullanıyoruz. Bu işler çok askerle olmaz, kıvrak manevralar ve çelik bilye gibi vuruşlar gerektiğini her zaman benden duyuyorsunuz.

Cumhuriyetin 1O’uncu yılı için yazılıp bestelenen ve Atatürk'e ilk sunulduğunda 28 kez üst üste çaldırıp dinlediği Onuncu Yıl Marşı; 1997'den itibaren birden öne çıktı ve bütün ülkeyi sardı.

Dağı en iyi dağ adamları, denizi de en iyi deniz adamları anlar. Yadırganacak bir şey yok" dedim. "insan muharebeyi kazanabilecek tek makinedir. Donatım önemlidir fakat asıl anahtar insandır. Süper silahlar ve düğmeye basılarak yapılan savaşlar hakkındaki düşünce ve konuşmalar beş para etmez bir yığın zırvadan ibarettir. İnsan, tek ve en üstün savaş aracıdır."

"Tasarruf diye saçma sapan şeyler ııygulatmayın. Hayatı ziyan etmektense, mühimmatı ziyan edin. Ayın insan yerine getirilemez. Aynı mühimmattan tonlarca üretirsiniz. Savaş ekonomisi; savaşı doğru yapmak ve hızla bitirmekle sağlanır; atılacak mermilere sınır koymakla değil."

"Dümenin terbiye edemediğini, kayalar terbiye eder.”

Tarihten korkan insanlar vardır. Bunlar, tarih 50 yıl sonra yazılacak diyerek, meselelerden ve karşı karşıya gelinen tehlikelerden kaçan ve korkanlardır.

Tecrübeli olduklarından, en azından bir kısmına karakolda yatacak yer olmasına rağmen orada yatmamışlardı. Saldırılarda binanın kendi inisiyatiflerini alacağını, güçlerini sınırladığını bildiklerinden, sürekli de kayalıklar arasında bir iki saat dinlenmeye alışkın olduklarından burada toprağın üzerine uzanmışlardı.

Mesela; komando nedir, nereden çıkmış, niye çıkmıştır? Amerikan bağımsızlık savaşında bir İngiliz binbaşının ihtiyaç halinde bulduğu bir örgütlenme ve bu örgütün uyguladığı prensiplerdir.

Apaçilerin bir sözü vardır: "Aptallar yaşam ve ölüm için uzağa bakarlar. Her ikisi de yanı başlarındadır".

Babaannemin bir sözü vardı: "İnsan 45'inden sonra gecede 40 dayak yer" derdi. Aslında kimsenin dayak yediği falan yok. Doğa hükmünü yürütüyor.

Askerler en geç 46, rütbelilerden mareşal bile olsa en geç 60 yaşında üniformaları çıkartılmıştır. Sebebi mi? İnsanlar 60 yaşından sonra fiziksel duyularının yüzde ellisini kaybederler. Şimdi ömür uzadı diye bunun tersini savunan birilerine rastlarsanız, gülün ve ona ilgili bilim adamlarına gitmesini önerin. Dünya harp tarihinde yaşlı bir generalin genç bir generali, yaşlı bir subayın genç bir subayı yendiği varit değildir.
Atatürk Cumhuriyeti kurduğunda 44 yaşında, Napolyon bütün Avrupa'nın askeri, siyasi, ekonomik, sosyal yapısını değiştirdiğinde 43'ünde, Cengiz Han süvarileri Varşova önlerindeyken 50 yaşındaydı.

Arkadaşlar yurdu savunmak sınırlara kale ve karakol yaparak, engeller koyarak yapılmaz. Böyle olmadığını da görüyoruz.
Yurt savunmasını bizim milletin yüreklerine kurulmuş kalelerle yapıyoruz. En büyük, en etkili silahımız ve gücümüz onun vatan sevgisi ve çocuklarını bu asil duygu için şehit olmaya adamaları. Bunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın.

Almanların, "Büyükler yeminle, çocuklar şekerle kandırılır" atasözü

Bölgede bulunan her seviyedeki komutanlığa bazı günler, 35-40 ihbar geliyordu. Yüzde doksanı boş çıkıyordu. Bunu bazen korktuklarından, askerler civarındaki araziyi kontrol etsinler diye de yaparlardı. Bazıları da, PKK'nın hazırladığı tuzağa çekmek amaçlı olabilirdi.

Bir karakolu, asırlardan beri insanlar nasıl kaleleri en yüksek yerlere kurdularsa ya öyle yapacaksınız; ya da çevresinde ateş ve gözetleme için en az 400-500 metre açık ve düz alan olan bir yere kuracaksınız.

Gayri nizami harp koşullarını taşıyan harekât alanlarında sabit olan ve duran her şey ölüme daha yakındır.

"Kahraman, yapılması gerekenleri hiçbir kişisel kaygı duymadan, ne pahasına olursa olsun yapana denir."

"İlk hasım doğadır. Bir ordu önce doğayı yenmelidir" sözü, savaş sanatının bu gezegende değeri hiçbir zaman değişmeyecek altından kılıcı gibi başımızın üzerinde asılı duruyordu.

- Komutanım bugün çok hüzünlüsünüz. Sanki tören yerinde sadece fizik olarak vardınız. Siz en kötü zamanda bile espri yaparsınız. Bir şey mi oldu? dedi.
- Mustafa, başkalarının ihtiyacı olabilir, tören lazım mı, değil mi? Faydası ne? Kime, neye yarıyor bilmiyorum. Yalnız bizim böyle şeylere ne bakacak ne de ayıracak zamanımız var. Ne demek istediğimi önümüzdeki günlerde hepimiz ve herkes görecek.
Biz Sakarya'dan, Dumlupınar'dan sonra bile tören düzenlemedik. Ne olursa olsun, karşımızdaki kim? Kargaları kovalamak kartala şeref getirmez! Büyütülecek bir şey yok. Kafamda 40 şey uçuşurken tören ruhu yaşayamam.

"Bu ne bitmez yolmuş deme, bitmedik yol yok. Bu aşılmaz dağmış deme, aşılmadık dağ yok."

İran ve Irak topraklarının içine at başı gibi girmiş olan Hakkari dağları üstünde olacak.

Bu mevki İran'ın da işine geliyordu. "Kuş uçmaz kervan geçmez bir dağın kuytusundan benim nasıl haberim olsun? Siz böyle bir yer biliyorsanız söyleyin, beraber bakalım" gibi kör ve sağırlar diyalogu yıllardır devam edip gidiyordu. İran kurnazdı. Türk tarafından görüşmelere katılanlar; "peki müşterek harekat yapalım" deseler; plandı, hazırlıktı, yığmaktı gibi çalışmalar sürerken, İran o kamptakileri bin defa oradan başka yerlere kovacaktı.Bu görüşmeler kaya balığı avlamaya benziyordu. Kayanın altını hiç terk etmeyen bu balığı avlamaya çalışan, hiçbir zaman onu tam olarak göremez. Balık oltayı yemle beraber alsa da hemen kusarak çıkarır. Sürekli oltaya vurduğu için avcınızı onu tutma arzusunun sonu gelmez. Sonuçta hava kararır, balık kayanın en dibine karnı doymuş şekilde çekilir. Avcı da beline kadar ıslanmış, elinde içi boş kovayla, fakat avlanma hissi tatmin olmuş şekilde evine döner.

"Bir korkuyla yüzleşmeyen insan her zaman ondan kaçmaya mahkumdur. Muharebe sahasının içinde olmayan kimse, gerçekle ilgili hiçbir şey bilmez."

"Hendek kazarak yorulmayın. Savunma taktikleriyle muharebe kazanılmaz.
Sizin ateş açarak ilerlemeniz kendinize güveni artırır."

Gelecekteki bütün çatışmalar, küçük çaplı teşkiller, vur kaçlar, kundaklama, suikast, bombalama, pusu kurma, uzaktan ateş açma, şaşırtma, yorma ve bezginlik yaratarak, düşünülen amaç ve hedeflere ulaşmaya çalışma şeklinde sürecek. Bütün bunlar insanları iki ordunun karşı karşıya gelip savaşmasından on kat fazla yoruyor.

Komutanım 'çürük tahtadan oyma yapılmaz'.

"Çarpışmalar iki tarafın başındakilerin iradesidir. Muharebelerde; vazgeçmez, inatçı, pes etmez ve dayanıklı lider işin sonunu getirir."

Ejder Harekatını askeri uzmanlar askeri açıdan mükemmel olarak değerlendirip; 'Bu harekat, İngiliz komandolarının 2.i Dünya Savaşı'ndaki operasyonları kadar başarılı' olarak kıymetlendirdiler.

Osmanlının kadrolu temel askeri gücü neydi? Yeniçerilerdi. Yükseliş dönemi dahil, bazı dönemler dışında Yeniçerilerin mevcudu 20.000'i geçmemiştir. Yeniçerilerden sonra kurulan Nizamı Cedidin mevcutları 48 ila 70 bin arasında değişmiştir.

"2 cephede savaşa girersek birinde taarruz ederken diğerinde savunmayı güçlü tutalım". Bundan sonra NATO ne işe yarar diye sorabilirsiniz.
Kim bizi 2 cephede savaşa sürükleyecek? Tırnağı olan başını kaşısın. Sovyetler'in dağılmasından 1.5 yıl geçmeden ABD bile 20 Tümeninin 8'ini lağv etti. Niye para harcasın? Bağımsızlığı kaybetmenin en kestirme yolu başkasının parasını sarf etmektir.

PKK mücadelesine seçilmiş subay ve astsubaylar dahil 20.000 asker yeter de artar. 4-6 ay özel eğitim yapacağız. Sonra bölgeye çıkıp 14 ayda dağları, vadileri, ormanları tertemiz edeceğiz. 5000'lik dört grup halinde çalışacağız. Helikopter ve dağ topçusu dışında da hiçbir şeye ihtiyaç yok. Bizim nerede, ne yapacağımıza şeytan bile akıl erdiremeyecek. PKK'nın hangi grubu bizi en az bekliyorsa onun karşısına çıkacağız.

Komutanım bu mücadele tipinde karşı taraf için küçük birlik daha ürkütücüdür. Büyük birlikler hem daha fazla paça kaptırıyor hem de yaklaşmaları ağır ve gürültülü oluyor. Aslında çok sayıda askere hiçbir yerde gerek yok. Şu anda Kıbrıs'ta biz Rum Milli Muhafız Ordusundan üç misli daha fazla askerle duruyoruz. Ada, Anadolu'ya 70 mil, Yunanistan'ın en yakın adasına 540 mil mesafede. Kim kimden çekinip korkuyor? Biz mi Rumlardan, Rumlar mı bizden? Benim böyle bir durumu kabul etmem mümkün değil, dedim.

En etkili muharebe taktiği hasma sürekli saldırmadır. Sonunda ne direnci, ne de gücü kalır. Tükenir, yorulur, biter. Kar, yağmur, dağ, orman, yurt içi, yurt dışı, karanlık, aydınlık, yaz, kış hiç fark etmez. Daha fazla hareket, daha fazla sürat, sürat, daima sürat olacak.

Çanakkale ve Kıbrıs şehitlerinden sonra Güneydoğu şehitleri de Hakkari Dağları'nda ölümsüzleşti. Anıt iki ay gibi çok kısa bir sürede başlayıp bitirildi.

Şehitlerimiz için yapılan anıtın bir benzerini, ABD, Vietnam'da ölen askerleri için yapmıştı."
0 Responses