Murat Çetin
"Sürecekmiş bizi... Sürgün edecekmiş, topumuzu birden! Sürgün... Nereye?
Yurdun dört bucağına... Yani Anadolu'ya! Yemen gibi, Fizan gibi... Oralara da gideriz! Bizi yurdun dört bir yanına serpecekmiş... Darı gibi. Bir avuç darı gibi... Darı da çilekeş bitkidir haaa! Hangi toprağa atsan yetişir. Tarla farkı, toprak farkı gözetmez. Toprak arık da olsa boy atar çorak da olsa! Tarım uzmanları bu yüzden darıya arsız bitki diyorlar. Yeni dönemin eğitim uzmanları da "arsız" diyorlar bize... Arsız gençlik, arsız kuşak. Bu yozlaşan topraklarda soyumuzun kurumaması için böyle olduk, arsız olduk, soysuz terbiyesiz olduk!.. Tıpkı darı gibi... Böyle olmamız gerektiği için böyle olduk!.. Suç kimde?"

"Yani Üçüncü Dünya Savaşı olmayacak, değil mi Hoca'm!"
Gülüşünü sürdüren Mahmut Hoca:
"Dünya kalmayacak ki Dünya Savaşı olsun! İki büyük savaşla akıllanmayan insanlara üçüncüsünün ne yararı olur ki!"
Zil tam zamanında çalmıştı. Bu zil dersin de, savaşların da mutlu sonuydu sanki.

"Ne yazık ki arkadaşlar!.." diye başladı, "Bilim yolu, akıl yolu öyle kolayına açılıvermemiş, uzun bir zamanın geçmesi gerekmiştir. Bu gerçeği algılayan din adamları gelişen insan zekâsının önüne engeller koyarak kendi varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır."

"Çocuklar!" diye başladı. "Sağlığınızla alâkalı bir tamim geldi Bakanlıktan!"
Özellikle, "ilgili" ve "genelge" dememek için bu "alâka" ve "tamim" kelimelerini kullanıyordu her yönlü tutucu gerici bir idareci olduğuna inandırmak için.

Geriden gelen top iki ayağının arasına sıkışıp kalmıştı. Az ilerisinde ağzında bir tutam otuyla bir inek başı duruyordu. Kendi takımının oyuncularından biriydi, olsa olsa Selman...

Kuşkusuz iki beyin takımı vardı Hababam Sınıfı'nda. Tüm devinim içindeki toplumlarda olduğu gibi... İleriye dönük olarak çalışan beyin takımı ile bir de tutucu gerici takım...

"Ben raporuma şöyle yazacağım, Bakanlığa vereceğim teftiş raporuma... Edebiyat öğrenmeni Cafer Uskan, öğrencilerine tiyatroyu sevdirmek için oyunlar sergilemekte, Müdür Başyardımcısı Mahmut Alnıgeniş de tiyatro faaliyetlerini durdurup sahneyi ibadete tahsis etmektedir."
Her iki öğretmen de içtenlikle gülüyorlardı.
"Siz, derste hayat bir tiyatrodur dememiş miydiniz, Sayın Hocam, neden olmasın!"

"Biz kim, bozgunculuk kim? Ama ne de olsa insan bozuluyor.

Öbür Yunanlı türkücülere benzemez demiş. Dostmuş bizimle..."
"Bizimle, değil mi? O bizimle dost olabilir, ama biz kimseyle dost olamayız. Bizim bir tek dostumuz var, NATO!.. Yani Amerika! Biz yalnız Amerika'nın dostuyuz!"
"Sayın Müdür'üm, Amerika kimin dostu?"
"Biz ona böyle bir soruda bulunursak, alınır, kuşkulanır bizden. Hâlâ bir kuşkunuz mu var benden diyebilir sonra! Biz büyükleri saymak zorundayız. Geleneğimiz bunu gerektirir.

Marş bitmeden en büyüklerinden beş bayrak sahnenin en uygun yerlerine asılmıştı. Tam zamanında getirilen bayraklar, mizansen gereği asılmış gibi geldi çocuklara. İster istemez alkışladılar. İstiklal Marşı'nın alkışlanmadığını bildikleri halde. Bu alkışın gerçek sahibi ne Akif'ti, ne de marş... Bir unutkanlığı eyleme çeviren Refüze'yle, Kalem'di. En önemli eylemler de kimi unutkanlıklardan doğmuş değil miydi?

bir tarih öğretmeni olarak özür dileyeceğim sizlerden... Sizlere hep olanlardan, bitenlerden söz ettim bu dersin öğretmeni olarak... Olmakta olanlardan, olacak olanlardan söz etmedim... Yani günlük politika yapmadım... Ama şunu yapmak istediğim için böyle davrandım: Olmuş olaylardan yola girerek olacakları da bulup çıkarma becerisini kazandırmak için, sizlere... Bunu bir öğretmenlik yöntemi bildim.
0 Responses