Murat Çetin
Bitkiler de insanlar gibiydi; yaşamak için, hastalıklarını yenmek için, ve huzur içinde ölmek için bakıma ihtiyaçları vardı.
Yine de, bitkilerle insanlar birbirlerinden ayrılıyorlardı. Hiç bir bitki kendisi hakkında yargıya varmak, kendini düşünmek yeteneğine sahip değildir; yüzünü tanıyabilmesini sağlayacak ayna yoktur; büyümesine engel olamaz ve bir bitki düşünüp düş göremiyecegine göre büyümesinin de anlamı yoktur.

İstasyon değiştirirken, kendi de değişebilirdi. Bahçedeki bitkilerin çeşitli dönemlerden geçmesi gibi, o da çeşitli dönemlerden geçebilirdi, ama düğmeyi sağa ya da sola çevirmekle dilediği kadar çabuk değişmesi de mümkündü. Bazı kereler, televizyondaki kişilerin yaptığı gibi, ekrana yayılabilirdi. Düğmeyi oynatmakla Chance başkalarını gözkapaklarının altına çekebilirdi. Böylece, varlığını başka hiç kimseye değil sadece kendine, Chance’a borçlu olduğuna inanmaya varıyordu.

Chance kendisine söyleneni aynen yapmak zorundaydı, aksi halde deliler evine gönderilecek ve, İhtiyar Adam’ın dediğine göre, orada bir hücreye kapatılıp unutulacaktı.

Chance son bir kere baktı İhtiyar Adam'a, mırıldanarak veda etti, çıktı. Odasına döndü ve televizyonu açtı.

Bir adamın adının hayatıyla yakın ilişkisi bulunduğunu biliyordu. Bu nedenle televizyonda, herkesin iki adı vardı: Televizyon dışındaki adları ve rol yaparken benimsedikleri.

«Basit bir işlem sözkonusu», dedi kâğıdı Chance'a uzatarak. «Şunu okumak ve kabul ediyorsanız, gösterilen yerini imzalamak zahmetine katlanır mısınız?»
Chance kâğıdı aldı. İki eliyle tutup inceledi. Bir sayfanın okunması için gerekli zamanı hesaplamaya çalışıyordu. Televizyonda insanların resmi belgeleri okuma süresi değişiyordu. Chance okuma yazma bilmediğini açığa vurmaması gerektiğini biliyordu. Televizyon yayınlarında, okuma yazma bilmeyenlerle sık sık alay ediliyor ve gülünç duruma düşürülüyordu böyleleri. Alnı kırışıklarla kaplı, kaşları çatık, çenesini baş parmağıyla işaret parmağının arasına alıp dikkatini toplar gibi yaptı.
«Bunu imzalayamam», dedi kâğıdı avukata geri vererek.
«Gerçekten yapamam bunu.»
«Anlıyorum», diye mırıldandı Mr. Franklin. «Yanlış anlamadıysam, kabul ettirebileceğiniz veraset haklarından vazgeçmek istemiyorsunuz.»
«Bunu imzalayamam, o kadar», dedi Chance.

Televizyonu kapadı. Görüntü kayboldu; sadece küçük bir mavi nokta ekranın ortasında asılı kaldı, sanki bağlı olduğu yeryüzünün geri kalan bölümü tarafından unutulmuş gibi; sonra o da kayboldu. Ekran kül rengine büründü; bir parke taşıydı sanki.

«E.E.», dedi kadın eğlenmişcesine.
Chance benzer durumlarda, televizyondaki adamların da kendilerini tanıttıklarını hatırladı.
«Benim adım da Chance», diye kekeledi, sonra bunu yeterli görmeyip ekledi, «bahçıvan.»
«Chauncey Gardiner (1)», diye tekrarladı kadın. Chance kadının adını değiştirdiğini farketti. Televizyondaki gibi, bundan böyle yeni adını kullanması gerektiğine karar verdi.

Ani sarsıntıda Chance kaskatı kesilirken, bacağını bir acı kapladı. Çevresinde herşey döndü; birden söndürülüveren televizyon aygıtı gibi, kafası boşaldı.

Birileri kendisiyle konuştuğu ve kendisini gördüğü zaman, insan güvenlik içindedir. O zaman ne yapılırsa diğerleri bunu kendi davranışlarının herhangi biri nasıl yorumlanıyorsa öyle yorumlarlar. Kendileri hakkında bilinenden fazlasını asla sizin hakkınızda da öğrenemezler.

E.E. nin sözlerine büyük bir ilgi göstermesi gerektiğini düşünen Chance, televizyonda farkettiği bir uygulamaya başvurdu ve söylediği cümlelerden bazılarını tekrarladı.
Böylece, kadına devam etmesi ve ayrıntılara inmesi için cesaret vermiş oluyordu. Chance'ın sözlerini her tekrarlayışında, E.E. kendinden daha emin görünüyor ve yüzü aydınlanıyordu.
Giderek, öyle rahatladı ki sözlerini ya Chance'ın omuzuna, ya da koluna dokunmakla noktalamaya başladı. Bu sözler Chance'm kafasında yüzüyordu sanki; kadını televizyonda görüyormuşçasına seyrediyordu.

Ama şimdi hepsi bitti, geriye kalan yukardaki oda.»
Parmağıyla tavanı işaret etti.
Rand ona dostlukla baktı.
«Gençsiniz Chauncey, yukardaki oda'dan söz etmek için fazla gençsiniz. Yakında ben oraya gideceğim, siz değil.

«Ha, bir şey daha var Chauncey. Alınmayacağınızı umarım... ama sizin de üstünüzü aramak zorunda kalacaklar. Şu sıra, Başkan'ın yakın çevresinden hiç kimseye üzerinde kesici bir araç bulundurma izni verilmiyor... dolayısıyla onlara zekânızın keskinliğini göstermeyin Chauncey, yoksa bunu elinizden almaya kalkabilirler!

Yürütme Organının Şefini görme fırsatını bulduğunuz için gerçekten mutluyum. Adalet duygusu yasalara eksiksiz bağlı kalmasıyla kendini gösteren, eşsiz yargıları bulunan ve hem borsanın, hem de seçmen yığının nabzını hesaba katmayı bilen çok iyi bir adam.

«Sizinle tanıştığıma çok sevindim, Mr. Gardiner», dedi
Başkan kanapede arkasına yaslanarak. «Sizden pek çok söz edildiğini duydum.»
Chance Başkan'ın kendisinden söz edildiğini nasıl duyduğunu merak etti.

«Ya siz Mr. Gardiner? Borsada havaların kötü gitmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?»
Chance büzüldü. Sanki düşücelerinin kökleri aniden nemli toprağından sökülmüş ve, karmakarışık, dostça olmayan bir havaya atılıvermiş gibi geldi. Gözlerini halıdan ayırmıyordu. Sonunda konuştu :
«Bir bahçede», dedi, «bitkilerin filizlendiği bir mevsim vardır. İlkbahar ve yaz vardır, ama sonbaharla kış da vardır. Ardından ilkbaharla yaz geri gelir. Kökler koparılmadığı sürece, herşey yolundadır, iyi olacak demektir.» Başını kaldırdı. Rand onaylarcasına kendisine bakıyordu. Başkan da çok hoşnut kalmış gibiydi.
«İtiraf etmeliyim ki Mr. Gardiner», dedi Başkan, «bu söyledikleriniz, uzun, çok uzun zamandan beri işittiğim en iç rahatlatıcı ve iyimser açıklamalardan biri.»

Televizyonu açtığında, Beşinci Caddede ilerleyen Başkanın motosikletli kafilesini gördü. Kaldırımlarda gruplar toplanıyordu; Başkan arabanın penceresinden elini sallayarak selâm veriyordu. Chance bir süre önce bu eli gerçekten sıkıp sıkmadığını düşünüyordu.

Chance yine televizyon başına döndü. Bir insanın ekranda görünmesinden önce mi yoksa sonra mı değiştiğini düşünüyordu. Hepten mi değişecekti, yoksa görüntü ekrana yansıdığı sürece mi? Program sona erdiğinde varlığının hangi bölümünü terkedecekti? Program sonrasında iki Chance'mı olacaktı: Biri televizyon seyreden ve diğeri televizyonda görünen.

Chance milyonlarca elle tutulur kişi için sadece bir görüntü oldu. Düşüncesinin filmi çekilemediğinden, onun ne denli gerçek olduğunu asla öğrenemiyeceklerdi. Chance için de televizyon seyircileri kendi düşüncesinin ekrana yansıması olarak, görüntü olarak vardı. Onlara hiç rastlamadığı ve düşüncelerini bilmediği için ne denli gerçek olduklarını asla öğrenemiyecekti.

Mr. Gardiner. Demek, ekonominin yavaşlaması, Borsa'daki düşme eğilimi, işsizliğin artması... bütün bunlar deyim yerindeyse sizce bahçenin gelişmesinde bir dönem, bir mevsim mi sadece?... »
«Bir bahçede, herşey büyür... ama önce hepsi solar; ağaçlar yeniden yaprak vermek, daha kalın, daha güçlü, daha yüksek olmak için eski yapraklarını dökmek zorundadır. Bazı ağaçlar kurur ama yeni sürgünler onların yerini alır. Bahçe çok bakım ister.

Saçlarını yüzüne değdirerek göğsüne eğildi E.E.. Boynunu ve alnını öptü;
gözlerini ve kulaklarını öptü. Gözyaşları derisini ıslatıyor ve Chance, ne yapmasının uygun düşeceğini düşünmeyi elden bırakmadan kadının kokusunu duyuyordu. Şimdi de E.E.'nin eli beline ulaşmıştı, Chance parmakların iki bacağının arasına kaydığını hissetti. Bir süre sonrael geri çekildi. E.E. artık ağlamıyordu; rahat rahat yanında yatıyordu, durulmuş ve sakin.
«Size minnettarım Chauncey», diye mırıldandı. «Kendini tutmayı bilen bir adamsınız. Elinizin ufacık bir değişiyle, bir tek değişiyle sizin olacağımdan haberiniz var, ama bu durumdan faydalanmak istemiyorsunuz.»

E.E. yerinden kalktı ve üstüne başına çeki düzen verdi. Chance'a baktı; gözlerinde düşmanlık yoktu.
«En iyisi size itiraf etmek Chauncey», dedi. «Sizi seviyorum. Sizi seviyor ve istiyorum. Bunun farkında olduğunuzu da biliyorum. Şeye kadar beklemeye karar verdiğiniz için de size minnettarım... şeye kadar...» Düşündü, ama aradığı sözcüğü bulamadı. Odadan çıktı.

Ama Mr. Gardiner, herşey bir yana... biz diplomatlarla siz iş adamlarının daha sık bir araya gelmemiz gerekmez mi? Birbirimizden hiç de o kadar uzak değiliz, hiç uzak değiliz-» Chance elini alnında gezdirdi.
«Tabii değiliz», dedi. «İskemlelerimiz neredeyse birbirine değecek.»
Büyükelçi kahkahalarla güldü. Fotoğrafçılar düğmelere bastılar.
«Bravo, çok iyi!» diye bağırdı Büyükelçi. «Gerçekten de iskemlelerimiz neredeyse birbirine değecek! Ve -nasıl demeli- ikimiz de bunların üzerinde oturmak istiyoruz, değil mi? Ne siz ne ben iskemlemizin aniden altımızdan çekilmesini istemiyoruz Doğru mu? Haklı değil miyim? Güzel! Çok iyi! Çünkü birimiz düşerse diğeri de yuvarlanır -güüüm!- ikimiz birden kendimizi yerde buluruz, hiç kimse de vakitsiz yeri öpmek istemiyor, öyle mi?»

Anlaşma bir iki gün içinde imzalanabilir, kitabı da bize, diyelim ki bir ya da iki yıl içinde teslim edersiniz.»
«Yazmak bilmem», dedi Chance.
Stiegler tepeden bakarcasına, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle konuştu.
«Tabii - ama günümüzde kim biliyor yazı yazmayı? Mesele değil bu. En iyi yazarlarımızı ve araştırmacılarımızı emrinize verebiliriz. Şahsen, çocuklarıma basit bir kart yazacak yetenekte bile değilim. Başka?»
«Okumayı bile bilmiyorum», dedi Chance.
«Tabii bilmiyorsunuz!» diye bağırdı Stiegler. «Kimin okuyacak zamanı var? İnsan herşeye yüzeyde kalan bir göz atmakla, konuşmakla, dinlemekle, bakmakla yetiniyor. Mr. Gardiner, yayıncı olarak sizinle böyle konuşacak kişilerin en sonuncusu olmam gerektiğini itiraf ediyorum ama... günümüzde yayıncılık bir çiçek bahçesi olmaktan çok uzak.»

«Tanrı aşkına, fabrikalardan çıkan isle zararlı böcekleri öldürmeye yarayan toz arasında dünya kadar fark olduğunu iddia ediyorum! Herhangi bir salak bunu anlar!»
«İs de gördüm toz halinde ilâç da», dedi Chance. «İkisinin de bahçedeki bitkilere zararlı olduğunu biliyorum.»
«Aferin!» diye bağırdı Chance'ın sağında oturan kadın. «Çok harika bu adam», diye fısıldadı diğer komşusuna herkesin işitebilmesi için yüksek sesle.
Diğer konuklara da :
«Mr. Gardiner'de en çapraşık konuları çok basite indirgemek gibi şaşırtıcı bir yetenek var», dedi. «Ama bunları alışılmış günlük düzeye getirmekle, önde gelen kişilerin soruna verdikleri önem ve önceliği bana anlatmış oluyor. Bu önde gelen kişiler arasında Mr. Gardiner ve ünlü masa komşumuzun adını sık sık anan Başkanımız da var.»

Birden, adam eğildi ve açık cevap gerektiren bir soru fısıldadı. Chance yine sorduğunu anlamıyarak, bir şey söylemedi. Adam sorusunu tekrarladı.
Bir kere daha, Chance ağzını açmadı. Adam iyice sokuldu ve onu ateşli bakışlarla süzdü; anlaşılan, Chance'ın yüzünde farkettiği bir şey, adam soğuk ve anlamsız bir sesle şu soruyu sormaya itti :
«Bunu şimdi yapmak ister misiniz? Yukarı çıkabiliriz.»
Chance adamın kendisinden ne beklediğini bilmiyordu. Elinden gelmeyecek bir şey yapmasını isterse ne olacaktı? Sonunda :
«Görmek isterim», dedi.
«Görmek mi? Beni mi görmek, demek istiyorsunuz? Bu işi tek başıma yaparken mi?»
Adam şaşkınlığını gizlemeye çalışmıyordu.
«Evet», dedi Chance. «Seyretmeyi, görmeyi çok severim.»
Adam bakışlarını çevirdi, sonra yeniden Chance'a döndü.
«İstediğiniz buysa peki, bence de kabul», dedi kararlı bir sesle.
Likörler dağıtılır dağıtılmaz, adam Mr. Chance'ı ısrarla süzdü, sabırsızlığını gizlemiyerek koluna girdi. Beklenmedik güçte bir çekişle onu yanına yaklaştırdı.
«Tam sırası», diye fısıldadı. «Yukarı çıkalım.»
Chance gittiği yeri E.E. ye bildirmesinin gerekip gerekmediğini düşünüyordu.
«E.E. ye bir sözünü edeyim», dedi.
Adam onu dehşetle süzdü.
«E.E. ye sözünü etmek mi?»
Durdu.
«Anlıyorum. Peki, bir şey farketmez aslında: Daha sonra söylersiniz.»
«Şimdi olmaz mı?»
«Rica ederim, çıkalım», dedi adam. «Bu kargaşalıkta sizin yokluğunuzu farkedemez. Dipteki asansöre kadar bir şey olmamış gibi yürüyüp doğru yukarı çıkacağız. Hadi, ardımdan gelin.»

Ona bakmayı ne denli yeğ tuttuğunu, ancak onu seyrederken belleğine kazıyıp elde edebileceğini söylemek isterdi çok. Ona elleriyle gözleriyle olduğu kadar iyi ya da eksiksiz dokunamıyacağını anlatacak söz bulamıyordu. Ona bakmak aynı anda her olanağı sağlıyordu, oysa dokunmak sınırlıydı. Dokunulmayı istemeyen televizyon ekranı gibi, E.E. deChance'dan kendisine dokunmasını istememeliydi.

«Arşivlerde onunla ilgili hiç bir şey yok, Yoldaş Skrapinov.» «Karpatov, elle tutulur bilgiler istiyorum.»
Karpatov kararsızlıkla konuştu.
«Büyükelçi Yoldaş, Gardiner hakkında bütün bildiklerimizi Beyaz Saray'ın da keşfetmeye çalıştığını gördüm. Bu da adamın önde gelen bir siyasi önemi bulunduğunu gösterir.»
Skrapinov ona öfkeli bir bakış yöneltti, sonra yerinden kalktı ve masasının ardında gidip gelmeye koyuldu.
«Sizin bölümden istediğim», dedi, «sadece bir tek şey: Gardiner'le ilgili elle tutulur bilgiler.»
Karpatov, somurtuk bir yüzle dimdik duruyordu. «Büyükelçi Yoldaş», diye karşılık verdi, «bu adam hakkında en ufak bilgi edinemediğimizi size bildirmek görevimdir. Daha önce yaşamamış olduğu bile söylenebilir neredeyse.»
Büyükelçinin eli masasına indi ve küçük bir heykelcik yere yuvarlandı. Karpatov, titreyerek eğildi ve heykeli dikkatle masanın üzerine koydu.
«Sanmayın ki», diye bağırdı Büyükelçi,
«bana böyle saçma sapan şeyler söylemenize göz yumacağım! Bunları kabul etmiyorum! 'Daha önce yaşamamış olduğu bile söylenebilir, neredeyse' Gardiner'in bu ülkenin en önemli kişilerinden biri olduğunu farkediyor musunuz? Ve bu ülke Gürcistan değil, Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en büyük emperyalist ülkesi! Her gün milyonlarca kişinin geleceği hakkında karar verenler, Gardiner gibi adamlar! 'Daha önce yaşamamış olduğu bile söylenebilir neredeyse!' Deli misiniz? Söylevimde bu adamın adından bahsettiğimi anlıyor musunuz?»

Skrapinov telâşla elini su bardağına uzattı ve bir dikişte içti. «Özür dilerim Yoldaş», dedi. «Ama perşembe akşamı, Filadelfiya'da vereceğim söylevde Gardiner'e değinmeyi üzerime aldığım sıra, doğal olarak Wall Street'in kaymak tabakasının tanınmış bir üyesine çattığımı sanıyordum. Öyle ya, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı da adından söz etti. Ama eğer, göründüğü gibi...»
Sulkin elini kaldırdı.
«Eğer göründüğü gibi mi? Chancey Gardiner'in tarifini yaptığınız adam olmadığını düşünmeniz için ne gibi nedenleriniz var?»
Skrapinov lâfı ağzında geveledi.
«Bomboş bir kâğıt parçası... her türlü bilgiden yoksunluk... »
Sulkin yeniden sözünü kesti.
«Büyükelçi Yoldaş», dedi, «sizi anlayışınızdan ötürü kutlamak için burada bulunuyorum. Gardiner'in aslında, yıllardan beri bir hükümet darbesi hazırlayan Birleşik Amerika'daki bir grup seçkin kişinin başta gelenlerinden olduğu konusunda kesin inanca vardığımızı size bildirmem gerekli. Bu grup için kendisi öyle büyük bir önem taşımalı ki salı günü öğleden sonra kamuoyu karşısında görünene kadar kimliğinin en ufak ayrıntılarını gizli tutmayı başardılar.»

«Peki, peki. Grunmann'a telefon edin. Bildiklerinizi kendisine anlatın, daha doğrusu bilmediklerinizi, Gardiner hakkında bir şey öğrenince beni aramasını söyleyin.»
Az sonra, Grunmann telefon etti. «Sayın Başkanım, bir şey bulmak için umutsuzca çırpındık. Ama bir şey yok, hiç bir şey. Adam, üç gün önce Rand'lerin evine yerleşene kadar yaşamamış sanki.»

Açıkçası efendim, yabancı bir gücün ajanı olabileceğini de düşündük. Ama aslında, bu tür kişiler, Amerikan olduklarını ispatlayacak gereğinden çok belgeye sahiptirler. Onlarda yüzde yüz Amerikan olmayan hiç bir şey yoktur; müdürümüzün sık sık söylediği gibi, içlerinden birinin ülkedeki en önemli görevlerden birine seçilmemiş olması mucize.»

«Gardiner mi?» dedi ev sahibi. «Chancey Gardiner mi? Onun hakkında gerçekten bir şey bilmiyoruz değil mi?
Soruşturmacılarımız Gardiner konusunda hiç bir şey bulamadılar. Ayrıca herhangi bir yardımı da dokunmaz bize: Rand'lerin evine yerleşeli dört gün oluyor, kendisiyle ilgili en ufak bilgi vermekten kaçındı...»
«Bana kalırsa», diye araya girdi O'Flaherty, «bu Gardiner'in durumunu daha da güçlendiriyor.»
«Neden?» diye sordu bir sürü adam aynı anda. O'Flaherty rahatlıkla açıkladı : «Duncan'da aksayan yan neydi? Frank'ta ve Scherman'da, adaylığını incelediğimiz ve vazgeçmek zorunda kaldığımız diğer nicelerin-de? Aksayan, hepsinin yüklü geçmişleri olduğuydu, fazlaca yüklü geçmişleri! Bir adamın geçmişi onu felce uğratır:
Geçmişindeki olaylar kısa sürede balçığa dönüşür, bu da insanı eleştirici gözle inceleme yapmaya iter!» O telâşla kollarını kaldırdı.
«Ama bir de Gardiner'in durumuna bakın. Az önce işittiğiniz otorite sayılan bir sesin söylediklerinin altını çizmeme izin verir misiniz: Gardiner'in geçmişi yok! Dolayısıyla da adaylığına karşı hiç kimseden bir itiraz gelemez. Sevimli bir dış görünüşü var, sözü sohbeti yerinde, televizyonda da çok iyi! Düşünüş şekline gelince de, bizden biri gibi görünüyor. Bu kadar. Ne olmadığı açık. Gardiner bizim tek şansımız.»

Bahçe sakin, hâlâ dinlenmeye çekilmiş uzanıyordu. Bulut parçaları geçiyor, parıltısı canlanan bir ay bırakıyordu geriye. Zaman zaman ince dallar hışırdıyor ve su damlacıklarını hafifçe sallıyordu. Bir meltem sık ağaçları kavradı ve nemli yaprak örtüsünün altına kaydı. Hiç bir düşünce geçmiyordu Chance'ın kafasından. Huzur dolduruyordu içini.
0 Responses