Murat Çetin
İdeolojilerin öldüğü savı sağın bir ideolojik saldırısıdır. … Orta çağda esas ideoloji dindi. Dinler geniş yığınlara "tevekkül, kadercilik, itaat ve öteki dünyada adalet", egemenlere de "merhamet" öneriyordu. Ama sanayi devrimi ve aydınlanma sayesinde bu anlayış değişti. Geniş yığınların özgürlük, eşitlik ve refah özlem ve istekleri, "merhamet" veya "öteki dünya" konusu olmaktan çıktı; bir hak arama mücadelesi haline geldi. Bu mücadele, İnsanlar arasında, çıkar, konum ve görüş farklılıkları varolduğu sürece varolacaktır. Bu mücadelelerin düşünsel aracı ideolojilerdir. İdeolojiler öldü diyenler … Kendi işlerine gelen bir düzeni bizim de kabul etmemizi istiyorlar.

Sol dünya görüşü sağ dünya görüşlerinden niteliksel olarak farklıdır. … Liberalizm, piyasayı esas alan ekonomik düzeni açıklar ve piyasayı kutsar. Piyasayı büyülü bir güç gibi, her derdin devası sayar. Demokrasi ile insan hak ve özgürlüklerini, bunlar, piyasa ekonomisi için elverişli olduğu ölçüde savunur. Öte yandan sol dünya görüşü liberalizmin demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri konusundaki görüşlerini içkindir. Ama orada durmaz, bunun daha ilerisine gider. Tüm ayrıcalıkların ortadan kaldırılmasını hedefler ki, liberaller bunu hayal etmek bile istemezler. Sağ milliyetçi ve dinci görüşler ise, irrasyoneldir. Bir soyun veya bir inancın ötekinden üstün olduğu ilkesine dayanırlar. ... Sağ görüşlerin hepsi, egemen kesimlerin penceresinden bakarlar. Sol ise bütün insanlığın eşitliğini ve kardeşliğini gözetir; bütün insanlar için, daha özgür, daha eşit ve daha kaliteli bir yaşamı hedefler.

"Deneysel her bilimde mükemmeli arama eğilimi vardır. Her insanda ise yaşam koşullarını iyileştirme güdüsü bulunur. Bu iki gerçeklik, büyük toplumsal felaketler ve kötü kurumları n engellemelerine rağmen, uygarlığı ileri götürmek için yeterli olmuşlardır."

İnsanlık açlığı ve yoksulluğu alt edecek olanaklara sahiptir. … Bugün, insanlığın ulaştığı üretkenlik düzeyinde, bütün ülkelerde nüfusun tamamı için kaliteli yaşam olanağı vardır;

Yeni köy'de eski adetlerle ve eski aletlerle başarılı olunamaz. … Prof. Aren'in sözleriyle "Koşullar değişince uygulamaların da değişmesi zorunludur ... İnsanlar eski uygulamalara koşulların değişmiş olmasına rağmen değil, fakat koşulların değişmediğine inandıkları için bağlılık duyarlar."

Hayatın kendisi, daima çok boyutlu, karmaşık ve dinamiktir. … İnsanlar çoğu zaman, gerçek devingen durumu göz ardı etmekte, değişiklikleri görmezden gelmekte; bir bakıma, alışkanlıklarını sürdürmesini sağlayan yapay bir dünya oluşturmaktadır.

Son yüz elli yılda dünya nüfusu 1 milyardan 6.3 milyara yükseldi.
Nüfusun bu daha önceki dönemlerde görülmeyen hızlı artışı, doğrudan, sanayileşmenin ürünü olan aşılar, ilaçlar, sağlık, tedavi ve yaşam koşullarındaki iyileşmelerin sonucudur. … Hem nüfus azalmasının hem de nüfus artışının sorunlar yaratması, paradoksal bir gerçek olarak, tarihin yeni tanıdığı bir olgudur.

Bu dönemde büyük iç ve dış göçler oldu. Sanayileşme -makineleşme- ile tarımda nüfus fazlası ortaya çıktı. Kentlerde ise fabrikalarda çalıştırmak için yeterli sayıda işçi bulunamıyordu. Bunun yarattığı vakum sonunda köyler boşaldı ve büyük kentler doğdu.

Son 150 yılda, gelişmiş/azgelişmiş; zengin/yoksul; kuzey/güney bölünmeleri ortaya çıktı.

Bu dönem, müthiş bir eğitim patlaması dönemidir. İlk zorunlu temel eğitim Fransa'da 1853'te uygulamaya konmuştur. Ondan önce hemen bütün ülkelerde nüfusun ancak çok küçük bölümleri okuma yazma ve daha ileri eğitim olanaklarına sahipti.

Bu son yüz elli yıl, geniş yığınlar için yeni ve çeşitli halk ve özgürlükler dönemidir. … Devletin birey üzerinde egemenlik alanını daraltan ve bireyin özgürlüklerini güvence altına alan temel hak ve özgürlükleri; özellikle 20. yüzyıl başından itibaren sosyal haklar izlemiş; İkinci Dünya Savaşından sonra ise azınlık hakları, çevre ve kent hakları, barış hakkı, yaşam tercihine saygı gibi üçüncü kuşak haklar insanlığın gündemine girmiştir.

Bu dönemde fikirler güce, sosyal destekler haklara dönüştü. … İnsanların hukuk karşısında eşit olduğu fikri, sonunda bugünkü demokrasi ve insan hakları düzenlerini doğurdu. …

Sivil toplum örgütleri dönemin son elli yılında çığ gibi yayıldı, güçlendi.
Çağdaş STK'lar üyelerinin eşitliği temeli üzerine otururken; tekkeler, zaviyeler, tarikatlar ve benzerleri astlık-üstlük esasına dayalıdırlar.

İkinci Dünya Savaşı sonrası çoğulculuk dünyaya damgasını vurdu. Çoğulculuk, özellikle son elli yıla damgasını vuran gelişmelerden biridir. Daha önce genel kabul gören tek ulus-tek devlet ilkesi, bu dönemde, törpülenme sürecine girdi. İkinci Dünya Savaşı sonrası, bir devlet içinde değişik milliyetlerin, din ve inanç gruplarının ve başka farklılıkların, eşit haklar temelinde yaşaması genel kabul haline geldi.

İkinci Dünya Savaşından sonra, 58 yıldır büyük güçler arası savaş olmadı. Bu, insanlık tarihinde büyük güçler arasında savaş olmadan geçen en uzun süredir.

20. yüzyılda komünizm bir sistem olarak varoldu ve çöktü. … Sovyetler Birliği'nin çökmesi, başka birçoğuyla birlikte şu sonuçları da beraberinde getirdi: 1. İki bloklu dünya sona erdi. 2.
İnsanlığın bütünleşmesinin önündeki ideolojik engellerden biri daha böylece ortadan kalktı. 3. Her ülkenin kendi içinde uzlaşmaz bölünmüşlük -düşman kamplar- anlamsızlaştı. 4. Sol-sosyalist düşünce üzerindeki ipotek yok oldu, sol düşünce özgürleşti. 5. Sovyetler sistemine temel alan bazı görüşler ve kabullere dayalı mücadele ve çözüm yolları geçerliliğini yitirdi. 6. Solun, iki ayrı kanada bölünmesinin gerekçeleri ortadan kalktı; bir tek büyük hareket halinde örgütlenmesinin önü açıldı.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, Avrupa Birliği gerçekleşti.
Avrupa haritasında bin yıl önce 500 kadar, beş yüzyıl önce 200 kadar devlet vardı. Sovyetler Birliği'nin yıkıldığı sırada ise Avrupa'daki devlet sayısı 35 kadardı.

İkinci Dünya Savaşı sonunda toplam imalat maliyeli içindeki kol emeği payı %30 düzeyindeyken, bu oran şimdiler de %10-12 düzeyine inmiştir.

1980'lerden sonra, devlet, ekonomide işletmeci olmaktan çıkmaya; kural koyucu, gözetici ve denetici olmaya yönelmiştir.

Bütün bu devasa değişimler ortasında, kapitalizm ötesi toplum çokça tartışılan bir konudur. Hem sermayenin hem de kol emeğinin üretimdeki başat rolünü kaybetmesi ve bilginin başat üretim faktörü olması, önümüzdeki dönemin ana çelişkisinin "bilgi işçileri" ile "hizmet işçileri" arasında olacağı yorumlarına yol açmıştı. … Bunlardan ve benzeri gelişmelerden yola çıkılarak, bugün dünyada egemen olan düzene, kapitalizm sonrası –post capitalist- toplum ya da bilişim toplumu denilmektedir.

52. İnsanlık kervanı, bin yıllar boyunca çok ağır yol aldı. ^ Engels^ "Her tarih döneminde egemen olan iktisadi üretim ve mübadele biçimi ve ondan zorunlu olarak doğan sosyal örgütlenme, o dönemin üzerine kurulu olduğu temeli oluşturur. O dönemin politik ve düşünsel tarihi de bu temele dayanarak açıklanabilir."

54. Kapitalizmle toplumsal yaşamda devrimsel değişikler gerçekleşti.... "Burjuvazi üretim araçlarında ve dolayısıyla üretim ilişkilerinde, yani sosyal ilişkilerin tümünde durmadan devrim yapmazsa yaşayamaz. Oysa daha önceki bütün sanayici (imalatçı) sınıflar için eski üretim biçiminin değişikliğe uğramadan korunması varlıklarının ilk koşuluydu. Üretimin sürekli altüst oluşu, sosyal yapının kesintisiz sarsılışı, sonu gelmeyen bir hareketlilik ve güvensizlik burjuva çağını daha önceki çağlardan ayırır..."

60. Kapital en yüksek katma değer kaynağı olmaktan çıkmakta, yerini "bilgi"ye bırakmaktadır. Kapitalizm kapitalin en yüksek katma değer kaynağı olması temeline dayanan bir düzendir. Oysa, en az çeyrek yüzyıldır, en yüksek katma değer kaynağı sermaye değil bilgidir. Kapitalizmden önce en yüksek katma değer kaynağı doğaydı.

65. Piyasa kapitalizm demek değildir. Kapitalizm ile piyasanın özdeşleştirilmesi karışıklığa yol açmaktadır. Oysa piyasa, kapitalizmden binlerce yıl önce de vardı. Tarım toplumundaki alışveriş piyasada gerçekleşmekteydi. Kapitalizm, feodal toplumun bağrında gerçekleşen ticaretin sağladığı sermaye birikimi üzerinde yükseldi. ... Sanayileşmenin ihtiyacı olan sermaye, sanayileşme öncesi iç ve dış piyasalardaki muazzam ticaret sayesinde oluşmuştu. Kapitalizm, piyasayı hızla büyüttü ve yaygınlaştırdı. Piyasanın işlevi devam etmektedir. Kapitalizm sonrasında, bilişim toplumunda da, ekonomik etkinlikler, daha gelişmiş bir piyasa içinde gerçekleşmektedir ve gerçekleşecektir. Bu durum, kendi başına, kapitalizmin devam ettiğini göstermez; aynen sanayi toplumunun piyasayı kullanmasının feodalizmin devam ettiğini göstermediği gibi.

68. Sosyalizm, bir oluşum değil sürekli yenilenen bir tasarımdır, insanlığın bugüne kadar tanıdığı bütün toplum biçimlerinde, ayrıcalıklı bir azınlık ile ezilen-sömürülen geniş kitleleri, iki ana kesim olarak görüyoruz. Köle sahipleri-köleler, feodal beyler-serfler (toprağa bağlı köleler), kapitalistler-işçiler... Bu ana sınıfların yanı sıra her toplumda küçük üreticiler, zanaatkarlar, bürokratlar, aydınlar, sanatçılar gibi ara sınıflar veya katmanlar da var olmuştur. Bilişim toplumunda da servet üretiminin veya yüksek katma değer yaratımının kaynağını elinde tutan ayrıcalıklı bir kesim ile bu ayrıcalığa sahip olmayan kesimlerin varolması olağandır.

89. İnsanoğlunun başlıca amaçlarından biri daha iyi geçimdir. ... 20. yüzyılın başına kadar, ekonomik faaliyetlere devlet müdahaleleri çok sınırlı idi. ... 20. yüzyıl başından itibaren, devletin ekonomik alana girdiğini görüyoruz, Bunun altında, az veya çok, piyasayı umursamadan ekonomik politikalar kurulabileceği -mucizeler yaratılabileceği- varsayımı yer almaktadır.
90. Piyasanın göz ardı edilebileceği düşüncesi Sovyet deneyi ile çöktü. ... Sovyet deneyimi ekonomide iki temel ilkeye dayanmaktaydı: Devletin üretim araçlarına sahip olması ve merkezi planlama. ... Solun iki kanadı da uzun yıllar piyasayı, kapitalizme özgü geçici bir olgu saydılar. ... Ekonomi gelişip üretim çeşitlendikçe, merkezi planlamanın piyasanın yerini tutmadığı belirginleşti.

107. Hızlı kalkınma, çağ atlama mümkündür. ... Oliver Mendes Holmes'un dediği gibi "Bu dünyada önemli olan nerede durduğumuz değil, hangi yöne doğru hareket ettiğimizdir."

Juan Enriquez şöyle diyor: "Gelişmekte, olan bir ülke, enflasyonu düşürebilir, yolsuzlukları azaltabilir, bütçelerde kısıntıya gidebilir, özelleştirme yapabilir, ama yine de zenginleşemeyebilir. Çünkü, bilgi değil, yalnızca mal üretiyordur"

143. Son dört yüzyılda en çok değişime uğrayan kurumlardan biri de devlettir. ... Her yeni hak ve özgürlükle, devletin egemenlik alanı daralırken, toplumun ve bireyin hareket alanı genişlemektedir.

164. Parti, değişen dünyanın gerçeklerine dayalı bir vizyona sahip olmalıdır. ... Drucker'a göre, "Liderlik çağın ana eğilimlerini yakalamak ve yönettiği kurumun bu eğilimlere rakiplerinden daha iyi uyum göstermesini sağlamaktır". Unutmayalım ki, zaman değiştikçe uygulanacak politika da değişir. "Dünün çözümleri bugünün sorunlarıdır".
0 Responses