Murat Çetin
Bu üç grubun amaçlan uzlaştırılamaz. En üst sınıf, durumunu korumak, orta sınıf onun yerine geçmek ister. Alt sınıfın amacı (varsa eğer, çünkü bu grup günlük hayatta olup bitenler dışında herhangi bir şeyi fark edemeyecek kadar yoksul koşullarda yaşamaktadır), tüm farkları ortadan kaldırmak, herkesin eşit olduğu bir toplum yaratmaktır. Bu nedenle, tarih boyunca, genel çizgileriyle değişmez olan savaşımlar sürekli yinelenip durmaktadırlar. En üst sınıf, uzun dönemler süresince, yönetimde kalmış, ama iktidar yetilerini ve kendilerine olan inancın yittiği dönemler de olmuştur. Böyle zamanlarda, orta sınıf özgürlük ve adalet için çarpıştıklarını öne sürerek alt sınıfı kendi saflarına alarak üst sınıfı devirmişlerdir. Orta sınıf amacına ulaşır ulaşmaz, alt sınıfı eski yerine indirip, kendisi üst sınıfı oluşturur. Çok geçmeden bu iki gruptan birinden ya da her ikisinden ayrılanlar, yeni bir orta sınıf oluşturur ve savaşım yeniden başlar. Bu üç grup arasından amacına, geçici bile olsa, ulaşamayan, alt sınıftır.

Eğer bu üç süper güç birbirleriyle savaşmak yerine sürekli olarak barış içinde yaşamayı seçmiş olsalardı, sonuç aşağı yukarı aynı olurdu. Bu durumda yine, her biri dış baskılardan sıyrılmış olarak kendi başlarına birer evren olmayı sürdürürlerdi. O zaman sürekli bir barış, sürekli bir savaşla aynı kapıya çıkardı. İşte, tüm bu anlatılanlar, Parti üyelerinin çoğunun yüzeysel olarak algıladıkları Parti sloganının gerçek anlamıdır: Savaş Barıştır.

Savaşın işlevi yok etmektedir: Yalnız insanları değil, insan emeğinin ürünlerini yok etmektir. Savaş, kitlelerin rahatını ve sonuçta zekâsının artmasını sağlamak için kullanılabilecek malzemenin havaya uçurul-ması ya da denizlerin dibine yollanmasıdır. Savaş endüstrisi, tüketim maddeleri üretmeksizin işgücünü kullanmanın akıllıca bir yoludur.

Uzun dönemde, hiyerarşik toplum, ancak yoksulluk ve bilgisizlik üzere kurulu olduğu sürece var olabilirdi. Yirminci yüzyıl başlarında bazı düşünürlerin de önerdiği gibi, yeniden tarım toplumuna dönüş de bir çözüm değildi. Bu, tüm dünyayı sarmış olan mekanikleşmeyle çelişmekteydi. Üstelik, endüstride geri olan ülke, askeri açıdan da geriydi ve doğrudan ya da dolaylı olarak kendisinden daha güçlü olan devletler tarafından yönetilmeye mahkûmdu. Üretimi düşürerek kitleleri yoksulluk içinde tutmak da çözüm değildi. Bu yol kapitalizmin son aşamasında, 1920 ve 1940 yılları arasında denendi. Ekonomi yavaşlatıldı, topraklar ekilmedi, sermaye mallan artırılmadı, nüfusun büyük bir kesimi çalıştırılmayıp devlet tarafından beslendi. Ama bu, ülkelerin askeri gücünü azalttığı ve gereksiz kıtlık, kaçınılmaz bir muhalefet yarattığı için, bu yoldan çabuk vazgeçildi. Sorun, dünyadaki gerçek zenginliği artırmaksızın endüstri Çarkını döndürmekti. Üretim sürdürülmeli, ama üretilenler insanlara dağıtılmamalıydı. Uygulamada bunun için tek çözüm yolu, sürekli bir savaş durumunda olmaktı.

Kuşkusuz, kişisel mülk anlamındaki zenginliğin eşit olarak paylaşıldığı, kudretin ise ayrıcalıklı, sınırlı bir zümrenin elinde olduğu bir toplumu düşlemek olasıydı, ama uygulamada, böyle bir toplumun sarsılması uzun sürmezdi. Çünkü rahat ve geleceğe olan güvence herkese sağlandığı zaman, yoksulluk nedeniyle gelişemeyen insan kitleleri oku-ma-yazma öğrenerek, kendileri için düşünmeyi başarabilecekler; bu aşamayı geçirdikten sonra, er geç ayrıcalıklı sınıfın gereksizliğini kavrayarak ondan kurtulacaklardı.
0 Responses